Bölüm 22- Hayat Bağı

119 16 5
                                    

Yüzyıllar boyunca, hangi duygunun en güçlü, en baskın olduğu konuşuldu. Bazıları bunun aşk olduğunu öne sürdü, bazılarıysa cevabın 'hasret' olduğundan emindi.

Ama Deniz'e göre en güçlü duygu korkuydu.

Korku insana her şeyi yaptırabilirdi, o kadar baskındı ki insanları kontrol ederdi. Damarlarında dolaşan kanın sesini duymandı korku, kalbin öyle hızlı atardı ki her şeyi daha keskin görürdün.

Deniz, dün gece korkuyu iliklerine kadar hissetmişti. Her şeyin yerle bir olduğu senaryolar kurup durmuştu, düşünceleri onu boğmak ister gibi tepesine çökmüştü ve Deniz, işte o an karar verdi.

Korku, bu dünyadaki en güçlü ve engellenemez korkuydu.

Dolunay'ın serumunu ayarlarken, sedyede yatan kardeşine baktı. Eğer en ufak şey farklı gitseydi, olacakları düşünmek bile istemiyordu.

Annesi ve babasının durumları da iyiydi. Sadece uyutucu bir ilaç verilmişti ve dinlenmeleri sağlanıyordu. Deniz, ailesinin uyanmasını ve her şeyi en başından dinlemek için can atıyordu. Her birine teker teker sarılmak, omuzlarında ağlamak istiyordu.

Dolunay'ın yattığı odadan çıktı ve arkasından kapıyı kapattı. Karşıya baktığında Güney'i görmüştü. Hafifçe gülümseyerek yanına oturdu.

Şu an yanındaki adam, en ihtiyacı olduğunda hayatına girmişti. Düştüğünde o tutmuştu, kalkarken destek olmuştu, ağladığı zaman gözyaşlarını silmişti. Güney, Deniz'in hayat bağıydı.

Genelde insanlar hayata tutunmak için bir şeyler arardı. Bu bağ bazen bir amaç olurdu, amacınıza ulaşmak için yaşardınız. Bazen ise hayallerinize tutunurdunuz. Tüm hayatınızı buna adardınız.

Bazıları ise bir insana tutunurdu.

Sanki tutunduğunuz insan gitse, her şey yerle bir olacak gibi gelirdi. Sanki o insanla aranızdaki bağ bir şekilde kopsa, gökyüzü üstünüze yıkılacak gibi gelirdi.

Deniz hiçbir zaman "O'nsuz yaşayamayacağını" iddia etmemişti. Güney'siz de yaşardı. Ama yaşamak istemiyordu. Deniz, herkesin yerinin dolacağını biliyordu ama Güney giderse, onun açtığı boşluğu doldurmak istemiyordu.

Birini sevdiğinizde her şeyiyle severdiniz. Eğer giderse, bıraktığı boşluğa bile aşık olurdunuz.

Deniz, yanındaki adama baktı. Ardından dizinin üstündeki elini tutup sıktı.

Güney boğazını temizleyip sordu.

"Ailen nasıl?"

Deniz, "Hepsi iyi. Psikolejik destek almaları gerecek ama fiziksel olarak iyiler." dedikten sonra, başını Güney'in omzuna yasladı.

"Savaş... Konuşmuş mu?"

"Polis arkadaşlar konuşturmaya uğraşıyorlar. O ve yardakçısı Melek, kolay kolay içeriden çıkacağa benzemiyorlar."

Deniz cevap olarak başını salladı.

Eğer zamanı dondurabilseydi, bu anda sonsuza kadar kalmak isterdi.
***************************

3 ay sonra

Güney, kucağına aldığı ağır kutuyu taşımaya çalışırken, Deniz de arkasından söyleniyordu.

"Haydi Güney, haydi! İnsanlar aç kalacak."

Beril yeni doğum yapmıştı ve bu gün de bebek mevlidi vardı. Güney'in kucağındaki kutuda çok sayıda pilav kasesi vardı ve Deniz, pilavların yetişmemesinden korkuyordu.

"Deniz, hoca okumaya daha yeni başlamadı mı? Neden bu acele?"

"Bir nedeni yok ama panik oldum işte." diyen Deniz, Güney'in önüne geçerek evin kapısını açtı. Pilav kutusunu Güney'in elinden alıp mutfağa götürürken seslendi.

"Dur bekle! Birkaç tane vereyim de bahçedeki erkeklere götür."

Deniz, içine bolca pilav kasesi koyduğu poşeti Güney'in eline tutuşturdu ve başörtüsünü düzeltip içeri geçti.

Dolunay ve Nurdan annesi, bebeğe 'agu gugu' yapmakla meşkuldü.

Dolunay ve Nurdan Hanım, tabiri caizse, resmen kanka olmuşlardı. Hatta bazen birlik olup Deniz'i kızdırdıkları bile oluyordu.

O cehennem gibi günden sonra Deniz ve Dolunay, Deniz'in ailesinin evinde bir ay kadar kalmış, birlikte olmanın mutluluğunu doyasıya yaşamışlardı. Bir ayın sonunda ise işler oldukça düzene girmeye başlamıştı. Bunun üzerine Deniz ve Dolunay da ayrı bir eve çıkmışlardı.

Deniz hastaneye gidip geliyor, Dolunay ise üniversiteye devam ediyordu.

Deniz, yaslandığı kapının pervazından doğruldu ve bebeğe doğru ilerledi. Beril'in, İrem adında, pamuk şekere benzeyen ve insanda ısırma isteği uyandıran, mükemmel bir kızı olmuştu.

Deniz, Nurdan annesinin yanına tam oturacaktı ki, kadın konuşmaya başladı.

"Deniz, bebek aranmaya başladı. Acıktı heralde. Haydi, annesine götür."

Deniz, İrem'i kucağına aldı ve mis gibi olan kokusunu soludu. Yatağında oturmakta olan Beril'in yanına gitti. Beril o sırada, Barış'ın akrabalarından birkaç kişiyle konuşuyordu.

Deniz odaya girince, "Bebek acıktı, Beril'in emzirmesi lazım." deyip, insanları adeta odadan kovdu.

Arkadaşının yanına oturdu ve İrem'e bakıp konuşmaya başladı.

"Sizin gibi, dünyanın en çirkin iki insanından, nasıl böyle güzel bir bebek çıktı anlamış değilim."

Beril kocaman bir kahkaha attı. İrem'i kendi kucağına alırken konuşuyordu.

"Sana çekmiş sanırım. Biriniz yetiyordu şimdi iki tane oldunuz."

İki genç kadın, bu sözün üzerine soluksuz kalana kadar güldüler. Beril, Deniz'in gördüğü en güzel, en tatlı kadınlardan biriydi ve Barış'ın da gideri yok değildi. -Barış'ın çok yakışıklı olduğunu itiraf etmek istemiyordu.- Deniz, bu ikisinin birbirini bulduğuna çok seviniyordu. Çok yakışıyorlardı ve birbirlerini sevdikleri bakışlarından bile anlaşılıyordu.

Herkesin bir hayat bağı olurdu. Genelde insanlar hayata tutunmak için bir şeyler arardı. Bu bağ bazen bir amaç olurdu, amacınıza ulaşmak için yaşardınız. Bazen ise hayallerinize tutunurdunuz. Tüm hayatınızı buna adardınız.

Bazılarının hayat bağı ise ailesiydi.

Dolunay ve Deniz'in artık büyüklüklerini kestiremeyecekleri kadar büyük bir ailesi vardı. Sorunlar hala vardı, hep olacaktı ama tutunduğunuz hayat bağı, bu sorunları çözmenizde yardımcı olurdu.

Bir amaç, insan ya da bir duygu... Hayata tutunmanın anahtarı bir şeylerde ya da birilerinde saklıydı.

Sorgu  -Tamamlandı-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin