1

67.3K 2.6K 2.7K
                                    

17. yaşımın ilk hikayesi. Ve ben birkaç ay önce çilli bir gülümsemeyi aşağı büktüm. Özür dilerim.

🍁

Suratıma aralık bir ağızla bakmayı sürdüren Mustafa'ya göz devirdim. "Daha ne kadar böyle bakmayı sürdüreceksin?"

"Kanka sen taşak mı geçiyorsun?"

"Hayır." dedim ikinci kez göz devirerek. Mustafa gözlerini kırpıştırdı.

"Sekizinci sınıfta Duru'dan hoşlanıyordun. Sevgilisiyle gördükçe çıldırırdın." Dudaklarımı birbirine gömdüm.

"Hoşlandığım kişi Duru değil, sevgilisiydi." dedim bakışlarımı kaçırıp.

Havaya bir küfür savurdu. "Yok, sen benimle cidden taşak geçiyorsun."

"Başlatma taşağına amına koyayım, altı üstü eşcinselim dedim, üç uzuvluyum değil."

"Üç uzuvlu olsan daha az şaşırırdım." dedi dümdüz bir noktaya bakarak. Başımı çevirip odak noktasına baktığımda bahçedeki öğrencilere baktığını fark ettim. Beden dersiydi ve ikimiz sınıf nöbetçisi olarak sınıfta kalmıştık.

Mustafa kendimi bildim bileli arkadaşımdı. Biz arkadaştan da öteydik, birbirimize arkadaş gözüyle bakmazdık bile. Birbirimizin yatağında yatar, kıyafet kavgası eder, her yere yapışık ikizler gibi birlikte giderdik. Evlerimiz üst üsteydi ve ikimizin odası da yangın merdiveninin dibinde bir pencereye sahipti. Birbirimize ordan ulaşırken bazen sadece sopalarla ben tavana, o yere vururdu ve haberleşirdik. O hapşırsa ben duyar, bir kere tavana vurarak çok yaşa demiş olurdum mesela...

Ama işte, en yakın arkadaşların bile birbirine aktaramadığı sırları olurdu. Benimki ise cinsel yönelimimdi. Birkaç saniye önce onu da aktarmış olmuştum gerçi... "Aman be, altı üstü girinti değil, çıkıntı seviyorsun." Elini sırtıma vurup sıvazladı. Bir an duraksadı, kaşlarını çattı. "Ya Kuzey yanlış anlama da, biz giyinirken sen hiç..."

"Hayır." dedim yüzümü buruşturarak.

"Peki ilişkiye girdiğin oldu mu hiç? Ya da... Hoşlandığın biri var mı şu an? Oğlum şu an kendimi sana çok yabancı hissettim." Elini saçlarına atıp karıştırdı. Göz devirdim. Ona hem hak veriyor, hem kınıyordum. Cinsel yönelimimin farkında olmaması hakkımda çok fazla şeyi bilmediğini belli ederdi. Bu yönden haklıydı. Kınadığım nokta ise yabancı hissettiğini söylemesiydi. Altı üstü erkeklerden hoşlanıyorum demiştim.

"Birkaç kez." diye mırıldandım. Evet, ilişkilerim olmuştu. Ama tek geceyi aştığım ilişkilerim yoktu. Hoşlandığım kişiler genelde homoseksüel kesime dahil kişiler olmuyordu. Bu yüzden ihtiyaçtan doğan tek gecelikler hariç ilişkim olmamıştı. "Şu an hoşlandığım biri yok ama."

"Bir şey daha soracağım ama kızma..." Dudaklarımı birbirine gömerken başımla onayladım. "Üstte mi, altta mı?" Göz devirdim.

"Aktifim." Elini göğsüne koyup ohladı. "Biraz daha saygılı olmayı dene. Pasif de olsaydım bir şey değişmeyecekti." Bana o çok bilmiş bakışını atmaya başladı.

"Ya sen dağ gibi çocuksun, şu okula bırak pasif olduğun, eşcinsel olduğun bile yayılsa bir daha kimse seni ciddiye almaz. Hatta seni gözlerinde yücelten tiplerin ayakları altına geçmen an meselesi olur."

"Aktif, Mustafa. Ve kimse bilmeyeceği için sorun yok." dedim üstüne basa basa ona en sert bakışlarımı yollarken. Eline tükürüp uzattığında ben de kendi elime tükürdüm, tokalaştık.

*

Olduğum yerde ellerimi yukarı aşağı sallayarak Cenk bana pas versin diye çırpınıyordum. İnatla elinde topla bir o yana bir bu yana koşturuyor, Eren topu alamasın diye kırk takla atıyordu. "Lan amına koyucam şimdi ama he!" diye bağırdı Orhan. "Pas ver işte piç!" Cenk ona dil çıkartırken topu havaya savurdu, hafifçe sekerek yakaladığım topla birlikte bir adım atmamla top avuçlarımdan kaydı. Minicik boyuyla Ayhan elinde topla arkamda kalan potaya zıpladı, turnikeyi bastı ve çekildi. Bir küfür savurduğum sırada yine her şeye muhalefet olan Orhan bana pis bir bakış attı.

Potanın altına astığım hırkama uzanıp omzuma attım. "Sokucam oyununuza da size de..." diye mırıldanırken futbol sahasından yeni çıkan Mustafa terli saçlarını geriye yatırarak yanıma koştu, elini kürek kemiklerimin arasına attı.

"Yine kim kızdırdı bebişimi?" dedi gülerek Mustafa.

"Ulan iki haftadır bok gibiyiz. Yakında turnuvalar başlayacak ve..." Burnumun ucu hafifçe ıslanınca gülümsedim. "Yağmur yağacak." Acele adımlarla okul kapısından içeri girip merdivenlere yöneldik. Bodrum kata inip soyunma odasının kapısına ulaştık, kapı kolunu tuttuğum sırada o ince gürültü doldurdu kulaklarımızı. Sonra hafifçe bir inilti. Birbirimize baktık.

Ben kuvvet uygulamadan kapı kolu aşağı büküldü, içeri gömüldü ve karşımda açık renk bir kafa belirdi. Tabi tepeden baktığım için kim olduğunu algılayamadım.

Birkaç saniye göğüsümle bakışan surat yavaşça göğe yükseldi, bir çift elayla karşılaştım. Elinde tuttuğu tişörtü hızla arkasına götürdüğünde kaşlarım hafifçe yukarı tırmandı. "Seni tanıyor muyum?" diye mırıldandım çocuğun küçük suratında bakışlarımı gezdirerek. Belki de boynunu geriye büktüğünden, yutkunma sesi kulaklarımı rahatsız edecek kadar fazla yankı etti.

"Hayır. Gerekmiyor da." dedi kısık sesle. Ben ne olduğunu anlayamadan çevik bir hareketle yanımdan geçtiğinde yakalama arzusuyla arkamı döndüm ama ben uzanamadan o Mustafa'nın göğsüne göçmüştü bile. Yine ufak bir inilti kaçırdı ağzından. Tam yandan kaçacakken, omuzlarından yakalayıp çektim çocuğu.

"Soyunma odamızda işinin ne olduğunu söyle önce." diye homurdandım. Basketbol ve futbol takımlarının giyindiği soyunma odasında daha önce böyle bir tiple karşılaşmadığıma yüzde yüz emindim. Gerçi çocuğu daha önce okulda fark ettiğimi bile düşünmüyordum.

"Kuzey'le arkadaşız! Tişörtünü yanına götürmemi rica etti, ben de onu götürüyorum." dedi elmacık kemikleri hafifçe kırmızıya çalan çocuk. Gözlerimi yavaşça kıstım.

"Bana ver, ben götürürüm." diye mırıldandım. Mustafa çocuğa boynuzları çıkmış gibi bakıyordu.

"Bizzat benden istedi." dedi çocuk bakışlarını yerde dolandırırken. Dudaklarımı birbirine gömdüm.

"Adın ne senin?" dedim çocuğun 10 yaşında görünmesine neden olan minyon suratını inceleyerek zihnime kazımaya çalışırken. İri ela gözler, üzeri çillerle kaplı minik bir burun, kalbi andıran pembe ince dudaklar, minik bir çene ve dağınık kumral saçlar.

"Hazar." dedi iç geçirirken.

"Hazar." diye tekrar ettim. Kuzey'le ne kadar yakınsınız?" Gözlerini kırpıştırarak bana bakmayı sürdürdü.

"Ne yapacaksın?" diye mırıldandı. Sinirle dişlerimi hafifçe gıcırdattım.

"Soru sorabilecek bir konumda değilsin." dedim sinirli bir sesle.

"Neyi uzatıyorsun acaba? Kuzey şu an beni bekliyor!" dedi üst kata çıkan merdivenleri işaret ederek.

"Kanka ne zaman söyleyeceksin?" dedi Mustafa bayık bakışlarla soyunma odasının kapısını izlerken.

"Hem siz kimsiniz ki beni sorguya çekiyorsunuz?" dedi çocuk öfkeli bir sesle. Bu öfke gerçekçi sayılmazdı. Daha çok korkmuş bir kediyi andırıyordu. Korktuğu için sırtını kabartarak kendini olduğundan büyük ve güçlü göstermeye çalışan aptal, kısa boylu bir kedi.

"Kuzey benim, Hazar." dedim göz devirerek. Sonra arkasında tuttuğu tişörtümü elinden çekip alarak omzumdaki hırkanın üzerine attım. Çocuğun gözleri yavaşça irileşti, geriye doğru bir adım atarken çilleri yangının ortasında uçuşan küllermiş gibi göründü gözüme. Yanakları alev alıyordu. Doğal, ben olsam yerin dibine gömülmeyi dilerdim. Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Tişörtümü ne yapacaktın?" diye mırıldandım.

"Oha, okulumuzda papağan mı var?" diye bağırdı arka çaprazımı işaret ederek. Refleksle kafamı geriye çevirdim, spor ayakkabıların zemine sürtündüğünde çıkarttığı cırtlak ses koridorda yankı yaptı. Önüme döndüğümde yukarı çıkan merdivenlerde beyaz ayakkabılarını gördüm. Birkaç basamak sonra tamamen yok oldu çocuk. Göz devirerek başımı iki yana salladım.

"Bu neydi şimdi?" dedi Mustafa kaşlarını kaldırarak.

"Çıkar kokusu." dedim soyunma odasına girerken.

Sobe (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin