16. Bölüm

508 53 15
                                    


Saçlar kıvrılmış, hizmetçi kız gönderilmişti. Emma düşünmek ve mutsuz olmak için bir köşeye oturdu. Korkunç bir durumdu, doğrusu. Bütün isteklerinin böyle baltalanması! En istemediği şeylerin olması! Harriet için ne acı bir darbe! En kötüsü de işte buydu. Bu durumun doğurduğu bütün acılar, utançlar, Harriet'in yiyeceği darbenin yanında hiç kalırdı. Yaptığı yanlışlığın sonuçları yalnızca kendini üzecek türden olsa, Emma bunun on katı üzüntüye, utanca, hayal kırıklığına katlanırdı.

"Ah, şu herifi Harriet'in kafasına sokmamış olsaydım, her şeye katlanabilirdim. Mr. Elton bana karşı bunun iki katı da küstahlık etse vız gelirdi. Vah, zavallı Harriet!"

Nasıl da aldanabilmişti böyle? Mr. Elton, Harriet'i hiçbir zaman aklından geçirmemiş olduğunu söylüyordu. Bu nasıl olabilirdi? Emma olup bitenleri ilk baştan beri anımsamaya çalıştı, ama kafasının içi karmakarışıktı. Bu işi ilk baştan soyut olarak benimsemiş, sonra her olup biteni ona göre yorumlamış olsa gerekti. Gene de erkeğin davranışında bir kararsızlık, bir belirsizlik olmalıydı, yoksa Emma bu derece yanlış bir inanca kapılabileceğini hiç sanmıyordu.

O portre olayı! Ne kadar heyecanlandırmıştı Mr. Elton'ı! O bulmacalı şiir! Daha buna benzer bir sürü olayı Emma hep Harriet yönünden ele almıştı. Gerçi o şiirdeki "keskin görüş" lafından kuşkulanılabilirdi. Peki, ya o "tatlı bakış"a ne buyrulurdu? Aslında bu şiir ne Emma'ya uyuyordu ne de Harriet'e. Beğeniden, gerçekçilikten nasibi olmayan bir karalama. Bu kalın kafalı adamın yavan saçmalarını hiç kimse anlayamazdı doğrusu.

Gerçi, hele şu son günlerde, Emma genç adamın kendine karşı gerektiğinden fazla nezaket gösterdiğini düşünmeye başlamıştı, ama etiket kurallarını pek iyi bilmeyişine vererek hiç üstünde durmamıştı. Durumdan ilk kuşkulanan John Knightley olmuştu. Bu iki kardeşin çok zeki ve keskin görüşlü oldukları bir gerçekti. George Knightley de daha ilk baştan Mr. Elton'ın kişiliği konusunda Emma'nın kulağını bükmüştü. Emma'ysa papazı kendisinin daha iyi tanıdığına inanarak ona kulak asmamıştı. Şimdi bunu düşündükçe utancından yerin dibine geçeceği geliyordu. Mr. Elton meğer onun sandığının tam tersiymiş: burnu büyük, kurumlu, gözü yüksekte bir adam. Hep kendini düşünen, hesaplı adım atan, başkalarının duygularına çok saygı göstermeyen bir adam.

Emma onun kendini sevdiğine hiç inanmıyor, evlenme önerisini ancak hakaret sayıyordu. Mr. Elton'ın niyeti parlak bir evlilik yapıp yükselmekti. Miss Woodhouse'a göz dikmek küstahlığını gösterdikten sonra âşık numarası yapmıştı, ama onun yüreğinde bu gibi duygulara yer olmadığını Emma artık iyi biliyordu. Şimdi düşündüğü zaman genç papazın davranışlarında gerçek sevgiden en ufak bir iz bulunmadığını görmek kolaydı. Bir sürü süslü laf edip göz süzerek iç çekmişti. Ama bunlar yaldızdan başka bir şey değildi. Onun için Mr. Elton'ın ıstırap çektiğini sanıp acımak yersiz olurdu. O yalnızca kendi durumunu her yönden yükseltip zenginleştirmek istemişti. Hartfield Konağı'nın genç hanımı otuz bin pound ağırlıklı Miss Woodhouse'u kolaylıkla elde edebileceğini sanmıştı. Bu iş umduğu gibi çıkmadıysa ne zarar. Elbet yakında yirmi ya da on binlik bir Miss Falan'la şansını denerdi!

Gelgelelim, böyle bir adamın ondan yüz bulduğunu sanacak kadar kibirli olması... Kendini Emma'ya kafa ve mevkice eşit görerek Emma'nın onunla evleneceğini umması... Harriet'eysa öyle yukarıdan bakması... Kendinden aşağı durumda olanların konum ve aile farklarını, kendine gelince nasıl titizlikle inceliyordu da, kendinden yukarıda olanlar için böyle bir ayrım gözetmiyordu. Harriet'i kendine layık görmüyordu da, kendini Miss Woodhouse'a bal gibi layık görüyordu. Ne çıldırtıcı bir durum, ulu Tanrım!

Kültür ve görgü bakımından Emma'nın ne kadar daha üstün olduğunu Mr. Elton'ın fark etmemesi bir dereceye kadar anlaşılabilirdi. Öyle ya, bu ayrımı görebilmek için kişinin kültürlü ve görgülü olması gerekir. Ama aile, para, konum bakımından Emma'nın üstünlüğünü görmemesinin yolu yoktu. Woodhouselar kuşaklar boyunca Hartfield'de yerleşmiş köklü bir soydular. Eltonlarınsa adı anılmıyordu. Gerçi toprak yönünden Hartfield Konağı pek büyük sayılmazdı. Bütün Highbury kasabasını içine alan Donwell Abbey Malikânesi'yle kıyaslanamazdı. Ama Woodhouseların başka gelirleri, akarları vardı. Bu sayede bütün çevre içinde, Knightleylerden sonra en gözde aile onlardı. Mr. Elton böyle bir ailenin kızına nasıl olup da göz dikebilmişti?

Sonra Emma daha tarafsız olarak düşünmeye kendini zorladı: Kendini Mr. Elton'ın aklına getiren gene kendisi olmuştu. Harriet yüzünden ona yakınlık gösterince, papaz da Emma'nın kendisine vurulmuş olduğunu sanmıştı. Zekâsı ve seziş gücüyle övünen Emma bu konuda bu derece yanıldığına göre, Elton gibi kendini beğenmiş, çıkarcı bir erkek haydi haydi yanılırdı.

Hatanın en birincisi, en büyüğü Emma'nın kendisindeydi. Çöpçatanlığı bu kadar ciddiye alıp bu kadar çırpınmak yanlış bir şeydi, aptallıktı. Kendine olmadık payeler çıkarmak, gereksiz tehlikeleri göze almak demekti. Kendiliğinden olup gitmesi gereken yalın ve güzel bir şeyi bir oyun, bir entrika durumuna düşürmek, ciddi bir şeyi hafife almaktı. Emma kendi davranışlarını düşündükçe üzüntü ve pişmanlığa kapılıyordu. Bir daha bu gibi işlere dünyada burnunu sokmayacaktı.

"Durup dururken zavallı Harriet'i bir adama zorla âşık ettim. Ben olmasam yavrucuğun böyle bir şey aklına bile gelmeyecekti. Mr. Martin'le evlenmesin diye direnmekte haklıydım. Bunda hata etmedim. Ama işi orada bırakacaktım. Kızı seçkin çevrelere sokmam, seçkin kimselerle tanıştırmam yeterdi. Gerisi benim üstüme görev değildi. Oysa şimdi, zavallı kızcağız... yok yere yüreği yaralanacak. Yüreği pek öyle yaralanmasa bile... çevremizde ona layık başka genç yok ki! Belki William Cox... Ama yok... William Cox'u hiç çekemem doğrusu. Hazırcevap, toy bir avukat."

Biraz önce vardığı kararı nasıl çarçabuk unuttuğunu ayrımsayarak kıpkırmızı kesildi. Sonra ciddi ve derin bir düşünceye daldı. Kötü durumu Harriet'e anlatmak zorundaydı. Bu, aralarında belki de bir soğukluk doğuracaktı. Sonra Mr. Elton'la karşılaştıkları zaman ne de biçimsiz bir durum çıkacaktı ortaya! Kısacası Emma, çok korkunç bir gaf yapmış olduğundan başka bir şey düşünemeyecek bir durumda yattı, uyudu.

İnsan Emma gibi genç ve neşeli, gürbüz olunca, geceleyin karanlık düşüncelere saplansa bile, sabahleyin ister istemez açılır, daha iyimser olur. Emma da ertesi sabah uyandığı zaman, durumun karanlığında kimi aydınlık noktalar görerek avunmaya daha hazır bir ruh durumu içindeydi.

Mr. Elton'ın kendisine tutkun olmadığını, kendi yüzünden karasevdaya uğramayacağını bilmek onu ferahlatıyordu. Harriet'sa her şeyi derinden hisseden bir yaradılışta değildi. Çabucak etkileniyor, şimdi kapıldığını bir dakika sonra unutabiliyordu. Bu yüzden Mr. Elton'ı da kolaylıkla unutabilirdi. Ve bu çirkin durumu, olayın başlıca üç kahramanından başka kimsenin bilmesine gerek yoktu.

Bu gibi düşünceler genç kızı enikonu hafifletmişti. Yerlerin kar içinde olduğunu görünce büsbütün sevindi. Kasabaya gidip gelemeyeceği için Harriet'le Mr. Elton'ı görmek olasılığı da şimdilik yoktu.

Gerçekten de hava Emma'ya çok yardım etmişti. Yerler böyle karla kaplı olmasaydı, kiliseye gidip Noel vaazını dinlemek zorunda kalacaktı. Havanın bozukluğu günlerce sürdü ve Emma alnı ak, vicdanı rahat olarak evinde kapalı kaldı. Harriet'i ancak mektupla yoklayabildi.

Yalnız, hava ne kadar bozuk olursa olsun, George Knightley, Hartfield'e gelip Mr. Woodhouse'un hatırını sormayı savsaklamazdı. Mr. Woodhouse da onun kendileri yüzünden dışarı çıkmasına üzülürdü. Bir keresinde, "Ah, Mr. Knightley, zavallı Mr. Elton gibi siz de evinizde otursanız, dışarı çıkmasanıza şu havada," demekten kendini alamadı.

Emma'nın içi rahat değildi, ama konakta herkes rahat ve neşeliydi. Böyle dingin, baş başa bir yaşantı özellikle John Knightley'nin en sevdiği şeydi. Onun neşesi de herkesi etkiliyordu. Gene de Emma'nın başı üzerinde Harriet'in düşüncesi bir kılıç gibi sallanıyor, ona rahat vermiyordu.

EmmaWhere stories live. Discover now