50. Bölüm

566 47 9
                                    


Emma'nın eve girerken içini dolduran duygular, evden çıkarkenki duygularından nasıl da bambaşkaydı! O zaman birazcık rahatlamaktan başka bir umudu yokken şimdi nefis bir mutluluk çarpıntısı içindeydi, hem de bu çarpıntı geçtikten sonra mutluluğunun daha da derinleşeceğini biliyordu.

Çay sofrasına oturdular. Aynı masa başında aynı üç kişi... şimdiye dek kim bilir kaç kez burada toplanmışlardı! Ve de kaç kez Emma'nın gözleri çimlikteki fundalarda dolaşıp batı ufkundaki güneşin o güzelim ışıklarıyla oyalanmıştı! Ama hiçbir zaman böyle bir ruh hali içinde değil, hiçbir zaman! Şu anda kendini toparlayıp çevresiyle evin hanımı olarak yeterince ilgilenmekte, hatta kız evlat olarak babasıyla ilgilenmekte bile zorluk çekiyordu.

Zavallı Mr. Woodhouse! Şu anda güler yüzle sofrasına buyur ettiği, yağmurda ıslandığı için acaba soğuk aldı mı, diye kaygılara kapıldığı adamın ona karşı gizlice nasıl bir komplo kurduğundan haberi bile yoktu. Adamın yüreğinin içini görebilseydi, ciğerlerinin durumu herhalde umurunda bile olmazdı! Gel gör ki yaklaşan felaketten bütünüyle habersiz, yanındaki iki kişinin ifade ve davranışlarında olağandışı hiçbir şey de sezmediği için keyifle, Mr. Perry'den duymuş olduğu havadisleri anlatmaktaydı. Onu dinleyenlerin, isteseler ona neler neler anlatabileceğinden en ufacık bir şüphe bile duymaksızın, yaşamından hoşnut, tatlı tatlı sohbet ediyordu.

Mr. Knightley yanlarında kaldığı sürece Emma'nın humma içersindeymiş gibi hali sürdü ama o gittikten sonra biraz yatışır, durulur gibi oldu. Sonra, böyle bir akşamdan sonra elbette uykusuz geçen gece boyunca kafasına bir iki tane öyle ciddi nokta takıldı ki genç kız, mutluluğunun bile katıksız olmadığını fark etti: Babası... ve Harriet! İkisine karşı da ayrı ayrı taşıdığı sorumluluğun tüm ağırlığını hissediyordu; sorun, ikisinin huzurunu da elden geldiğince koruyabilmekteydi. Babasıyla ilgili karar vermek daha kolaydı. Emma henüz Mr. Knightley'nin ne isteyeceğini bilemezdi ama kendi kalbine şöyle bir danıştıktan sonra ciddi ve kesin olarak, babasının yanından asla ayrılmamaya karar verdi. Böyle bir şeyi düşünmenin bile günah işlemek sayılacağını düşünerek biraz gözyaşı bile döktü. Babası yaşadığı sürece Mr. Knightley'yle arasındaki bağ, nişandan ileri gitmemeliydi. Kızının elinden alınması gibi bir tehlike içermediği sürece böyle bir nişanın babası için bir avuntu kaynağı bile olabileceğini düşünmek Emma'yı da avuttu.

Harriet konusunda ne yapabileceği konusuysa daha çapraşıktı. Harriet'i gereksiz acılardan nasıl korumalı, ona önceki acıları nasıl unutturabilmeli, onun gözüne düşman gibi görünmemek için ne yapmalıydı? Bu konularda Emma'nın kafası müthiş karışık, içi müthiş sıkıntılıydı. Bu konularda hissettiği her üzücü pişmanlığı, her acı suçluluğu döne döne yeniden yaşıyordu. En sonunda verebildiği tek karar, Harriet'le yüz yüze görüşmemeyi sürdürüp söylenmesi gereken her şeyi mektupla söylemek oldu. Şu sırada onu Highbury'den uzaklaştırabilseler, Emma'nın sözle anlatılamayacak kadar işine gelirdi! Emma bir ara aklına gelen bir şeye neredeyse karar veriyordu: Harriet'i belki Brunswick Meydanı'na davet ettirebilirdi. Harriet, Isabella'nın çok hoşuna gitmişti; Londra'da birkaç hafta geçirmek de Harriet'i elbet oyalar, eğlendirirdi. Harriet'in böyle bir değişiklik ve yenilikten, evdeki çocuklardan, Londra'nın sokak ve dükkânlarından hoşnut kalmaması olanaksızdı. En azından böylece Emma, Harriet'e borçlu olduğu ilgi ve arkadaşlığın hiç değilse birazcığını ödemiş olurdu; birbirlerinden şimdilik ayrı kalırlar, yeniden hep bir araya gelecekleri kaçınılmaz günü de birazcık ertelerlerdi.

Emma sabahleyin erkenden kalktı ve Harriet'e yazacağı mektubu yazdı. Mektubu bitirdiği zaman neşesi öyle kaçmış, içi öylesine kararmıştı ki ancak Mr. Knightley'nin kahvaltı için Hartfield'e gelişiyle biraz rahatladı. Bir akşam önceki mutluluğuna kavuşabilmesi içinse, daha sonra onunla baş başa bir yarım saat çalıp gene aynı yerlerde ve aynı konularda dolaşması gerekti.

EmmaWhere stories live. Discover now