KATH | 23

781 84 40
                                    

Yıkık görünüyorsun. Yalnızlığını paylaşmak istediğin, her yanı sonbahar yapraklarıyla dolu ormanın derinlerine doğru yürürken, ayaklarının altında ezilen yaprakların hışırtılı sesleriyle paylaştığın yanlızlığını susmadan dile getiriyorsun. Ne kadar çaresiz ve yıkık olduğunu gördüklerini umuyorsun. Oysa orada da yalnızsın. Tıpkı kalabalık bir cadde de kimsenin seni görmediği gibi. Görünmez hissediyorsun. Etrafındaki insanların birer birer ağaca dönüştüğünü görebiliyorsun. Hepsinin gölgesi seni güneşten uzaklaştırırken yavaş yavaş üzerine yıkıldıklarını duyumsayabiliyorsun.

Yalnızsın, çünkü kimsenin seni görmesini istemiyorsun. Yalnız olmayı seçiyorsun; çünkü kimsenin seni anlamayacağını biliyorsun.

Aslında siyahı seçiyorsun. Beyaz dururken siyah her zaman cazip geliyor. Vücudunu kapatan koyuluğunu hayranlıkla izliyorsun. Beyazın aksine her detayını kendine saklıyor siyah. İçinin beyazla yanıp tutuştuğunu bile bile alışkanlıklarından vazgeçemiyorsun.

Alışıyorsun, yalnızlığa; sessizliğe... İçine kapanıyorsun. Tıpkı kitapların kapağı birbirine kavuşunca içinde fısıldayan sesin susup her şeyin normale döndüğü gibi.

"Düşüncelisin." Sorudan çok düşüncelerini dile getiren arkadaşıma baktım. Arkadaşım diyorum çünkü içimden öyle demek geliyor. Yanlış, tam aksine Elvie için başka sıfat bulamıyorum.

Elimde tuttuğum dördüncü şifreyi ona doğru uzattım. Fotoğraftaki yüzüme baktı uzun uzun. Evet yine ben vardım. Kızarmış göz altlarım, ağzımın kenarındaki yaralar... Ellerimi görebiliyorum, parmak aralarım fotoğrafın içinden bile kaşınıyorlar.

"Anlayabiliyorum." Bunu biliyorum. Çoğu kez fotoğraflarda o da çıkmıştı. Aslında ne anladığını da çözemiyordum çünkü ben bile ne hissettiğimi bilmiyorum. "Sanırım," dedim çatallaşan sesimle. Konuşmak istemiyordum, kimseyle.

"Bu kaçıncı?" Elimdeki karton kahve bardağını gösterdiğinde istemsizce yere fırlattığım boş bardaklara ilişti gözüm. "Bilmem," demek daha kurtarıcı gelmişti o an. Elimden yarıya indirdiğim kahveyi alıp –izin almaya gerek duymadan- kafasına dikti. Hafif gülümsedim. Sırtımda oluşan ağrıyla kamburumu düzeltip yaslanacak bir yer olmadığı için sitemle inledim. Ne zamandır burada böyle oturduğumu bilmiyordum, zaman durmuştu. Her zamanki gibi zamana göre değil düşüncelerime göre yaşıyordum.

Gözlerim tekrar yerdeki bardaklara gittiğinde istemsizce sayma gereği duydum. Tam beş, beş bardaklık zamandır burada oturuyorum.

"Sanırım onlara yardım etmeliyiz." Kıkırdayarak güldüm.

"Ne için? Kendime ya da kendine ait bir fotoğraf daha bulmak için mi?" Gülme sırası ondaydı. Verdiğim cevaba kızar sanmıştım. Psikolojimizin iyi olmadığını anladınız sanıyorum.

"Sanırım buna kızmam gerekiyordu?" Çekinmeden sırada kenara kaydım. Bizim için küçüktü ama ikimizde yan yana zorla sığmıştık. Yanıma otururken benden izin almaması hoşuma gidiyordu. Zorbalığı çoğu zaman sevmişimdir. Elindeki bana ait olan bardağımı alıp koca bir yudumu ağzımın içinde pay ettim. Sokakta bir kenara sinmiş kimseye gözükmeden sırayla içkilerini içen o uzaktan zavallı olarak gördüğümüz adamlar gibiydik. Sırayla kahvemizi içmeye devam ederken Drew'in yanımıza geldiğini kokusundan anımsadım. Daha önce parfümü gün boyu şiddetle kokan biriyle karşılaşmamıştım.

"Kahvekolik misiniz?" Şen bir kahkaha atıp düşüncelerimdeki bize uygun sıfatı sevecenle karşıladım. "Bak bunu sevdim Drew." İsmini bastıra bastıra söylediğimi o da çok iyi anlamıştı. Bana oynadığı oyunun öcünü er ya da geç alacaktım ondan hatta onlardan. "Drew?" dedi bana doğru bir adım atarak. Tek kaşımı kaldırıp çöktüğünü hissetmediğim vücudumu dikleştirdim. "Senden korkuyor muyum sence?" Dudağını kenara kıvırdı, tamam istediğinde seksi oluyorsun.

KATHWhere stories live. Discover now