Bölüm 9

4.2K 551 585
                                    

Louis oturduğu kafede sağını solunu izlerken, bir yandan da masanın üzerinde duran Frank isimli kitabının kapağıyla oynuyordu. Her stresli oluşunda yaptığı gibi bacağını oynatıyordu.

Travmalar, kişi üzerinde ruh açısından önemli ve etkili yaralanmaya sebep olur. Beyin şok anında ne yapacağını bilemez, herhangi bir tepki vermez. Çok üzücü veya çok sevindirici bazı anlarda insanların dıştan bakınca tepkisiz olması o travma veya şoktan kaynaklı olur.

Harry'i kafenin kapısından içeri girerken gördüğü anda, kalbi gümbür gümbür atmaya başladığı halde Louis'nin tepkisiz kalmasının sebebi de o an yaşadığı şoktu. Bu, resmini görmek ya da sesini duymak gibi değildi, bambaşkaydı. Yine ağlamak istiyordu ama o kadar çok ağlamıştı ki, artık gözünden tek bir damla yaş bile gelmiyordu.

Harry, onu en son gördüğünden daha farklıydı. Doğal olarak boyu uzamıştı, saçları uzamıştı ve yüzü daha erkeksi bir şekil almıştı. Ama Louis ona bakarken hala aynı, neşe dolu 15 yaşındaki çocuğu görüyordu.

O gelmeden önce ikisi için mozaik kek siparişi vermişti. Harry masada duran tabaklara bakarken heyecandan yanaklarını ısırdı. Kendini sakinleştirebilmek için derin nefesler alarak onun karşısına oturdu. Bunca zaman sonra hala bu mavi gözlere baktığında gardını düşürüyor olması çok acınasıydı.

Louis "Seni çok özledim." dedi titreyen sesiyle. Harry onun gözlerindeki kızarıklığa bakarak uzun süredir ağlıyor olduğunu rahatça anlayabiliyordu. Sesini çıkartmadı. Sessizce gözlerine bakmaya devam etti.

Onun sessizliği, Louis'nin eskiden tanıdığı Harry'e hiç uymuyordu. Ama aradan yıllar geçmişti, her şeyin aynı olmasını zaten bekleyemezdi.

"Beni seviyor musun?" diye sordu bu sefer. "Beni affedecek misin?" Uzanıp onun eline dokundu ama Harry sanki az önce ateşe değmiş gibi elini geri çekti. "Sen beni terk ettin."

"Babam öğrenmişti." dedi Louis. "Seni öğrenmişti ve beni seninle tehdit ediyordu. Neler yapabileceğini biliyordum ve korkmuştum, tamam mı? Sana zarar vermesini istemedim."

"Beni arayabilirdin. Bana bunu anlatabilirdin."

"Yapamadım Harry. Okul zaten bitmişti, evine falan da gelemiyordum, babam peşime birini takmıştı ve beni seninle görürse bizi mahvederdi. Beni apar topar Londra'ya gönderdi. Üniversite boyunca telefonum olmasına bile izin vermedi! Bir kez sana mektup yazıp göndermek istedim. Ama yakaladı ve bir daha bunu denersem seni öldüreceğini söyledi. Seni de annem gibi elimden alacağını söyledi!"

Harry onun babasının nasıl bir insan olduğunu biliyordu. Lisede, sadece birkaç aydır birliktelerken Louis ona anlatmıştı. Babası, annesini öldürüp olaya intihar süsü vermişti. Aşırı zengin olmasa da Doncaster'daki nüfuzlu kişilerden biriydi ve olayın üstü kolaylıkla kapanmıştı.

Louis buna gözleriyle şahit olmuştu. Annesinin ölümünden sadece bir ay sonra babası tüm ilgisini ona yönlendirmiş, okulu bitirip muhasebeci olması için ona baskı yapmaya başlamıştı.

Louis'nin maskesinin sebebi buydu işte. Annesinin ölümü yüzünden psikolojik sorunlar yaşıyordu. Bir yandan da babasının baskısı vardı ve eğer Harry ortaya çıkmasaydı, Louis kafayı sıyıracaktı.

Harry bunca yıl boşu boşuna ondan nefret etmeye çalıştığını anladığında gözünden bir damla yaş süzüldü. Louis elini uzatıp onun gözyaşını sildi, yanağını okşadı.

"Ayrılmamızdan 5 yıl sonra, ben üniversiteyi bitirdiğimde babam öldü ve ben bir gün bile beklemeden seni bulmak için Doncaster'a döndüm. Yoktun. Eviniz boştu. Taşındığınızı söylediler ama kimse nereye gittiğinizi bilmiyordu ve ben seni sonsuza kadar kaybettiğimi sanmıştım."

Ondan "Tamam hadi öpüşelim!" demesini beklemiyordu elbette ama en azından hoş bir tepki vermesini umuyordu. Çünkü Harry'i kaybetmekten daha kötü bir şey varsa o da onu yıllar sonra bulup tekrar kaybetmek olurdu.

O hiçbir şey söylememeye devam edince, Louis elini geri çekti. "Beni özledin Harry. Beni hala çok seviyorsun ve istiyorsun. Dediğin gibi, masken gözlerini örtmüyor."

"Kalbim kırıldı." dedi Harry kendini savunur gibi. "Hep evimizin kapısının çalmasını bekledim. Beni aramanı bekledim. Sonra Londra'ya gittiğini öğrendim. Bensiz gitmeyeceğini söylerdin ama gitmiştin."

Louis konuşmak istediğinde Harry onu durdurdu. "Baban yüzünden, anladım. Ama benim çok canım yandı ve ben artık ne düşüneceğimi bilmiyorum."

İkisi de bir süre konuşmadı. Bu kadar yıl sonra Harry ona hala gözlerinde aynı aşk ateşiyle bakıyordu ve Louis bunu göremeyecek kadar aptal değildi. Zaten seviyor olmasa Frank'i yayımlamazdı. İkisi de biliyordu, Harry bu kitabı onu bulabilmek için yayımlamıştı.

"Düşünmekte özgürsün." dedi Louis. "Eğer onca şiiri, onca şarkıyı, onca bakışmayı, öpücüğü, dokunuşu unutabileceksen unut. Ama 14 yıl geçti ben hala hiçbirini unutmadım."

Harry başını ovalarken gözlerinin dolduğunu hissetti. O da unutmuyordu elbette. Hala hepsini ilk günkü kadar net hatırlıyordu. Onu ilk kez gördüğünde kalbinin hızlanması da, ilk öptüğünde başının dönmesi de daha dün gerçekleşmiş gibiydi.

Louis ondan hemen şimdi bir cevap alamayacağının farkındaydı. Önündeki kitabı ona doğru ittirdi. "Benim için bunu imzalar mısın?"

Harry önce afalladı. Bu isteğin sebebini anlamaya çalıştı. Sonra kendi yazdığı kitabın ilk sayfasını açtı. Frank yazısı ile kendi adının arasına "Sevgilerimle..." yazıp imzasını attı.

Sayfaların bir kısmının ıslaklıktan buruştuğunu gördü. Sebebinin gözyaşı olmamasını umuyordu ama Louis'nin bu kitabı okurken ne kadar çok ağladığı apaçık görülüyordu zaten. Çoğu sayfanın kenarını katlamış, birçok cümlenin altını çizmişti.

İmzaladığı kitabı tekrar Louis'ye verdi. "Gidiyor musun?" diye sordu onun ceketini tekrar üstüne geçirdiğini görünce. Louis başını salladı. "Özür dilerim ama canımı yakıyorsun. Sana sadece uzaktan bakmak istemiyorum. Umarım beni affedersin."

Eşyalarını toparlayıp kitabını da alarak çıkışa yöneldi. Harry'e ise sadece iki tabak mozaik kek, bir de telefonu ve adresinin yazılı olduğu kağıt parçası bıraktı.

FRANKWhere stories live. Discover now