Final

5.7K 522 1.1K
                                    

Senin için birilarry

Robin Hood Havaalanı, Louis ve Harry'nin eskiden yaşadığı Lakeside Bulvarı'na 6,5 mil uzaklıktaydı. Uçaklarından inip bir taksinin arka koltuğuna yerleşene kadar ikisinin de hiç sesi çıkmadı. Birer el çantasıyla geldiler. Sadece haftasonu için. İkisi de buraya yıllardır adım atmamıştı. Birkaç ay arayla terk etmek zorunda bırakıldıkları şehre, tam on dört yıl sonra yan yana dönüyorlardı.

Normal bir gün olsa Harry'nin gözü yol kenarındaki tek tük çiftliklere, başıboş gezen ineklere, ekim yapılmak üzere kazılan tarım arazilerine, küçük kamyonlarla yol kenarında meyve satışı yapan çiftçilere takılırdı. Ama bu çok farklı bir gündü. Hayatının aşkıyla birlikte, aşklarının doğduğu ve bir de battığı yere gidiyordu.

Eski evinin olduğu bulvara yaklaştıkça resmen titremeye başladı. Beynine aynı anda hem farklı duygular, hem de türlü türlü anılar doluşuyordu. Sanki sağ tarafından gelen bir sürü anısı sol tarafından gelen duygularla çarpışıyor, ama hiçbiri Harry'e değmiyordu.

"İyi misin?" diye sordu Louis. Güven verici bir şekilde onun elini tuttu. Bir süredir o da dışarıyı izliyordu. Tam gözlerini yeni batan güneşin gökyüzünde bıraktığı mavilikten ayırmıştı ki, Harry'nin titreyen ellerini gördü.

Harry "Çok fazla anı var." diye cevap verdi. Dışarıya bakmaya devam etti. Yürüye yürüye göl kenarına gittikleri yolu gördü. Sarhoş Louis'yi tutup çıkarttığı İrlanda barını. Sık sık uğradıkları küçük market şimdi bir giysi mağazası olarak aynı köşede duruyordu. Az ileride yaz kış gittikleri park, haftada bir yemek yedikleri hamburgerci, ara sıra çay içmek için uğradıkları pastane vardı.

Taksici onları buranın dibindeki, yeni yapıldığı belli olan küçük otelin önünde bıraktı. Louis ona ücreti ödedi, bagajdaki çantaları aldı. Üzerinde olağanüstü bir sakinlik vardı. Aşırı duygu patlaması yaşadığı anlarda hep böyle olurdu. Ağlamazdı, gülmezdi, şaşırmazdı. Sadece boş boş bakardı. Harry'i yıllar sonra ilk gördüğünde de bu travma sonrası şok anını yaşamıştı, şimdi de yaşıyordu işte.

Resepsiyonistten karşılıklı iki oda istedi. Prosedür gereği bir kağıdı imzaladı, anahtarları alıp Harry'e verdi. Kendisi de çantaları alarak onunla birlikte merdivenlere ilerledi. Korkulukları da basamakları da koyu gri olup son derece iç daraltan döner merdivenlerden iki kat yukarı çıkmayı başardıkları zaman koridordaki kapılara baka baka yürüdüler.

"Çok yorgun musun?" diye sordu Louis ondan kendi odasının anahtarını alırken. Karşılıklı odalarının tam ortasında duruyorlardı.

"Hayır, hiç değilim."

"O zaman beş dakikada odana yerleş, sonra çıkalım. Etrafı gezelim, ne dersin?"

Harry bu gezintiden sağ çıkacağını bile düşünmüyordu. Ama içinde o kadar büyük bir istek vardı ki, hayır demesi mümkün bile değildi. Eski evini görmek istiyordu, Louis'nin eski evini, o evin önündeki mesajlaşma araçları olan ağacı...

"Çok güzel olur. Şunu on dakika yapalım, iki dakikada duş alıp çıkacağım."

"Tamamdır."

Louis ona eliyle küçük bir selam verdi, kendi çantasını da alıp odasına girdi. Bir motelde olan her şeye sahipti, küçük olan tek kişilik yatak, yatağın üzerinde katlı halde bekleyen temiz havlular, tarih öncesi çağlardan kalma tüplü televizyon ve çalışması imkansız gibi görünen bir mini dolap.

Odaya öylesine bir göz atıp çantasıyla beraber yatağa oturdu. Gelen gıcırdama sesi onda yere düşecekmiş gibi bir tedirginlik yaratsa da ses kesilince rahatladı. Tabi uzanınca aynı gıcırtıyı tekrar duydu ama artık alışmıştı.

FRANKWhere stories live. Discover now