bana sempati duy.

1K 68 67
                                    

Yağmurun düştüğü her yer ıslanıp, tuzlu beton kokusunu geceye karıştırırken genç çocuk kaldırıma yanaştı. Yırtık ve zaten toprakla kaplanmış olan üstü ıslanmış, su damlaları ise üstünden yere damlıyordu. Çıplak ayakları sürekli taşlara basmaktan patlamış, açık yaralardan giren sular yüzünden yanmaya başlamıştı. Yapacak bir şeyi yoktu, gidecek bir yeri de yoktu. " Evim " dediği yerden tekmeyi yiyeli üç ay olmuştu ve o zamandan beri sokaktaydı. Kendi başının çaresine bakmaya çalışıyor, yine de bir türlü insanların aşağılayıcı bakışlarından ve itişlerinden kurtulamıyordu. İş aramaktan vaz geçeli hâyli olmuştu. Kendini parklarda ve sokaklarda yatmaya alıştırmıştı ama geçmek bilmeyen kışın getirdiği zor şartlar işini bir türlü kolaylaştırmıyordu. Batmıştı, en dibe hem de. Çırpındıkça da elleri kolları tutuluyor, sadece nefes alabilmekten ileriye gidemiyordu.

Soğuk bir nefesi dışarıya verdi. Girdiği ara sokakta üzeri açık bir çöp konteynırı vardı. Bulunduğu alan restoranlarla dolu olduğu için şanslıydı. Yiyecek bulma umuduyla çöpe ilerleyip, titreyen elleri ile ıslak çöpü karıştırdı. Bundan iğrenmeyi uzun zaman önce bırakmıştı. Bir parça ekmek bile bulsa kâfiydi. Dört gündür bir şey yiyememişti, midesinin birbirine yapıştığını çoktan hissediyordu bile. Yazık... Çok yazık.

Çoğunluğunu karton ve plastik atıklarının, yiyecek durumdan çoktan çıkmış olan bozuk yemeklerin olduğu çöpü bırakıp, ara sokağın en köşesine bıraktı bedenini. Gözleri duygudan yoksun, yüzü ise çökmüştü. Dudaklarını soğuğun getirdiği bir mavilik kaplamıştı. Bu gece de ölmeyi dileyip, kenarda yaslı olan naylon parçasını kafasının üstüne serdi. Yüzüne artık yağmur damlaları gelmiyordu ama asfaltı kaplayan sular her yerini ıslatmaya devam ediyordu. Soğuktu. Çok soğuktu. İçinden büyük bir titreme geçti, yine de ağlamadı. Gözlerini kapayıp, bacaklarını göğsüne doğru çekti ve kıvrıldı. Böyle uyumak, mümkünse yeni bir sabaha uyanmamak istiyordu.

Gözlerini kapadığında duyduğu sessizlik ona güven verdi. Bu, Seoul'un en sessiz gecelerinden birisi olabilirdi. Etrafta gürültülü kornalar veya sarhoş insanların bağırışmaları yoktu. Sadece yağmurun sesi vardı. Bunda huzur bulmaya çalıştı. Önceden yağmuru çok severdi. Ufak yağmur damlalarının düşüşüne, yağmurun yetimhane camına yaptığı ufak pıtırtılara ve sonrasında oluşan kokuya bayılırdı. Yağmur güzeldi, huzur vericiydi. Başının üstüne yağmadığı sürece tabii.

Kulakları yakınlaşan ayak seslerine takılınca gözlerini açtı. İyi cilalanmış bir çift ayakkabının örttüğü ayaklar tam da önünde duruyordu. Kafasını kaldırdı önünde duran kişiyi görebilmek için ama başına önceden örttüğü naylon bunu engelliyordu.

" Yaşıyor musun? "

Yukarıdan gelen derin sesi duyunca kısık bir kahkaha bıraktı kendine hakim olamadan. Yaşıyor muydu cidden?

" Bilmem, oradan bakınca yaşıyor gibi mi görünüyorum? "

Bir cevap duymadı. Adamın onu yalnız bırakacağını düşünerek başını dizlerinin üstüne koydu. Uyumak istiyordu. Ve bir daha uyanmamak.

Hiçbir ses duymadı bir süre. Sonra başının üstünden kaldırılan naylonun hışırtıları çalındı kulağına. Başına düşecek yağmur damlalarını bekledi. Zaten ıslak ve kirli olan saçlarında ek bir ıslaklık hissetmeyince gözlerini açıp, başını kaldırdı. Gökyüzünü kapayan siyah bir şemsiye içeriye girmeye çalışan yağmuru engelliyordu. Önünde durmuş adam ise beklediğinden gençti. Koyu kahve saçları özenle jölelenmiş ve alnını açık bırakacak şekilde geriye taranmıştı. Delici bakışları kendi bakışlarını kilitli tutuyor, gözlerinden başka bir yere düşmesine izin vermiyordu. Kaybolmuştu genç çocuk. Derin kahveliklerin içinden geçen uçsuz bucaksız karanlığa ruhunu teslim etmişti o gece.

" Adın ne? "

" Doyoung. "

Kendine uzanan kemikli parmaklarla bezenmiş eli tuttu. Ayağa kalktıktan sonra karşısındaki adamla neredeyse aynı boyda olduğunu fark etti.

" Ben de Jaehyun. "

Adam eline şemsiyeyi tutuşturup, daha Doyoung ağzını açamadan pahalı görünümlü takımın ceketini çıkardı. Ütülenmiş gömleği gözler önüne serilirken şemsiyeden içeri girmeyi başaran birkaç yağmur damlası ten renkli izler bırakıyordu beyaz gömlekte.

Yutkundu. Omuzlarına atılan ceketin sıcaklığına kendini verirken reddetmek istedi bu nazik hareketi. Yine de dudakları konuşacak cesareti kendine bulamadı.

" Peki söyle Doyoung, benimle gelmeye ne dersin? "

Dudaklarını ısırdı. Zaten gideceği neresi vardı ki? Karşısındaki adam katil veya organ mafyası olsa da kaybedeceği bir şeyi yoktu. Canından başka tabii, zaten onu da artık önemsediği falan yoktu.

Başını salladı. Beline dolanan bir çift el dayanağı oldu siyah, lüks bir arabaya yürürken. Arkasına bile bakmadı.

Ummm, angst evrenine girmeye hazır mıyız?

heavenly feeling • dojaeWhere stories live. Discover now