bir

250 11 10
                                    

"Beni sev Tanrım, o beni kaçırdı,

Günahlarıma güldü, kollarında kalmak zorundaydım."

Şarkı: Laura Marling - What He Wrote

*

Ölüm heybetli, dirayetli ve onurlu bir adamdı.

Adımları kasabanın kaldırımlarında canlanıyordu. Sokağı boydan boya gezerken dilenci bir çocuğun önündeki oyalı mendile birkaç kuruş para bırakıyor, yorulduğunda yaşlı bir adamın yanına, bankın boş tarafına çöküyordu. Garip bir adamdı bu; yanından geçip gittiklerini, sokakta omzuna çarpanları korkutuyordu. Yeni doğmuş bebeklerin çığlıklarından korkuyordu, hastane kokusundan nefret ediyordu ama yine de hastanelerde karnını doyuruyordu.

Zor bir adamdı ölüm; sana aşık olduğunda avuçlarından kaçıp gitmene izin vermiyordu.O gece ölüm, kulaklarıma radyoda çalan bir şarkı gibi geliyordu. Bir kadının sesini duyuyordum. Issız yolda ilerlerken yağmur melodiye eşlik ediyor, kendince bir mırıltıyla kadının namelerini çalıyordu. Yağmuru dinlemeyi severdim. Küçük iğne darbeleri gibi cama iniyordu. Sileceklerin sürüklediği küçük birikintiler camın kenarından, devasa bir ağacın kökleri gibi uzayıp birbirine karıştıkça camın üzerinde doğal bir ressamın çizgilerini izlediğim hissine kapılıyor, bakışlarımı çekemiyordum. Yağmuru ne kadar severse sevsin bir insanın ondan korkmayacağı fikri bana alışılması zor bir gerçek gibi geliyordu. Korkutuyordu çünkü bir anda senin ayaklarını kaydırmakla tehdit eden bir patron gibi arabanın tekerleriyle oynuyordu. Kulağına hafifçe vurup sana ölüm şarkıları söylüyordu. Yine de ne zaman damlalar cama vurmayı kesse, yolun sesinden başka bir şey duyamasam ve yağmur biraz dinlenecek olsa, bir eksiklik hissiyle beklemeye başlıyordum.

Arabanın içi sıcacıktı. Kaloriferden giren hava dizlerime ve ayaklarıma çarpıyor, beni mayıştırıyordu. Dizlerimi karnıma kadar çekip uyumayı planladığım vakit, arabayı kullanırken Zayn'in de uykusunu getirmemek için bundan vazgeçtim. Göz ucuyla baktığımda bunu yapacağımı biliyor gibi bir an bana döndü. Saçları dağılmıştı, göz altları uykusuzluk yüzünden sinek ısırınca şişen ve kızaran deriye benziyordu. Parmakları direksiyonun üzerinde öyle aceleci, öyle tahammülsüz ritim tutuyordu ki bir an önce eve varmak istediğini, sabrının tükendiğini hissedebiliyordum.

Dağ yolu onu çok yormuştu. Kısa bir mesafe olmasına rağmen 30 kilometreyi neredeyse iki saattir aşmaya çalışıyorduk. Çok fazla dikkat vermek ve yorucu günden kalan tüm enerjisini kullanmak onu sabırsız bir adam yapmıştı. Ara sıra çok hızlandığını fark edip gözlerini dikiz aynasına çeviriyor, arkadaki iki arabanın hala orada olup olmadığını kontrol ediyordu. En son baktığında onları görememiş olacak ki biraz yavaşladı.

"Bu kamp pek eğlenceli geçmedi, ha?"

"Çocuklarla takılmayı seviyorum ama düğün arifesi pek iyi bir fikir değildi."

Mahcubiyetimi ayaklarımın altında ezmek ve yok etmek istedim. Düğün hakkında neredeyse her şeyi Zayn'in üzerine yıkmış, işimden dolayı ancak düğün ve balayı için vakit ayarlayabilmiş, tüm hazırlıklar boyunca onu yalnız bırakmıştım. Gece yatmadan önce bana gösterdiği seçenekler arasından en ucuzunu ya da en gösterişsiz olanını seçiyor, eğer ihtiyacımız olmadığını düşünüyorsam bunu açıkça söylüyordum ama fikirlerim hep onu geçiştirmek için ya da düğünden nefret ettiğimi belli etmek için oluyordu.

Zayn'le tanışana kadar evlilik konusunda birçok aslam vardı, bu yüzden düğün yapmayı hiç ciddi bir problem olarak görmemiştim. Zayn'den sonra ise evlenmeyi kabul ettiğim yetmiyor gibi, ailesi yüzünden geleneksel bir düğün yapmayı da kabul etmek zorunda kalmış, tüm aslalarımı teker teker yaşarken onun hevesini kırmamak için sahte bir ilgiyle üzerine düşmeye başlamıştım. İşin aslı, düğüne dair her şeyden nefret ediyordum. Kimi zaman iş beni alıkoysa da, kimi zaman alışveriş ya da aile toplantılarıyla uğraşmadığım için işte kalmayı ben seçiyordum. Şimdi Zayn'in ne kadar yorgun ve bıkkın göründüğüne bakınca hafifçe vicdanım sızladı.

THREE || zmWhere stories live. Discover now