üç

102 9 22
                                    

"Koşmaya ve saklanmaya gerek yok,

Harika, harika bir hayat."

Şarkı: Smith and Burrows - Wonderful Life

*

Panik.

Harfler buharlaşan kar taneleri gibi göğe tırmanırken, bu beş harfin gölgesinden düşmüş; bir ilk çağ insanının çakısından mağara duvarına kazınmıştı resmim. Dünyanın dişlerini andıran engebeli yollar ayaklarımın altında bir köpek balığı gibi ağzını açıyor ve düşmemi bekliyordu.

Onu nerede bulacağımı biliyordum; ancak sanki evimin yolunu unutmuşum gibi aceleci adımlarım sürekli soluklanıyor ve düşünüyordu. Korku, yolumun üzerindeki aykırı ve kışkırtıcı çukurlar gibi içine düşmemi, beni hapsetmeyi bekliyordu ama her seferinde üzerinden atlıyor ve onu sinirlendiriyordum.

Çok fazla şey karmakarışıktı. Ellerim düğümlenmişti. Anahtarımı çıkarmaya çalışırken ellerim kekeliyor gibi hissediyordum. Nihayet kapının önünde durdum. Çocukken oynadığımız ruh çağırma tahtalarından birini tekrar hayata döndürüyor gibi soğukkanlı ruhuma doğru seslendim ve adeta yalvararak onu geri çağırdım. Ellerim biraz duruldu, sessizleştiler. Cüzdanıma takılmış anahtarı sökmekten vazgeçtim, direk deliğe sokarak iki kere çevirdim ve kapıyı karanlığa doğru ittirdim.

Üst kattan çok hafif bir ışık alt kata sızıyordu. Merdiveni aydınlattığı için yukarı tırmanırken ışık açmakla ya da dikkatli davranmakla zaman kaybetmedim. Adımlarım kimi zaman birbirinin üzerine atlayan yaramaz iki çocuk gibi dolanıyor ve beni düşürüyorlardı ama ayağa o kadar hızlı kalkıyordum ki bunu kendim bile fark etmekte güçlük yaşıyordum. Işığı yanan tek yere, odama hızla dalınca bir an gözlerim her küçük detayı taradı. Çift kişilik yatağımın üzerinde Zayn'in evden çıkarken acelece üzerini değiştirme kararı aldığı ve başından sıyırıp attığı yeşil tişörtü duruyordu. Yatağın yanında katlanmış yün çoraplarım, komidinin üzerinde sayfaları dağınık günlüğüm ve ambalajı yırtılmış yarım bir kek duruyordu. Cam açıktı. Pencerinin önündeki sedir tamamen kitaplarla ve yastıklarla dağılmış durumdaydı. Bir an odada kimse göremeyince ışığı açık unuttuğumuzu ve onun burada olmadığını düşündüm ancak bu dağınıklığa ben sebep olmamıştım, camı açık bırakmadığıma son derece emindim ve içimden bir ses Zayn'in burada olduğunu söylüyordu.

Kapıyı ittirip kapatınca, kapının arkasında kalan banyom göz önüne çıktı. Kapısı ve ışığı açıktı. Korkak birkaç adımla aralık kapıya doğru ilerledim, içeriyi tamamen görmemi sağlayacak şekilde sonuna kadar ittirdim. Sırtını duvara vermiş, bacaklarını iki yana açarak oturmuştu. Geldiğimi görüyor ama yinede bana bakmıyordu. Dizlerimin üzerine çöküp emekleyerek yanına kadar ilerledim. Bacaklarının arasına girip, ellerimle yüzünü kavrayınca bakışlarını tembelce yüzüme çıkardı. Yüzü oldukça cansız görünüyordu. Dudakları ıslaktı. Gözlerini o kadar az açıyordu ki kirpikleri birbirine karışmıştı. Dudaklarının arasından kuru, yumuşak bir mırıltı yükseldi. "Neler oluyor anlamıyorum."

"Seni bir doktora göstermeliyiz, hayatım. Yaraların var." Konuşmaya devam edecektim ki koluyla aramıza bir perde çekip beni hafifçe yana ittirdi, ardından diğer tarafa uzanarak kustu. Ağzından şeffaf, salyayı andıran yapışkan bir salgı dökülüyordu. "Zayn, doktora gitmeliyiz."

Gerçekten ihtiyacımız olan şeyin doktor olduğundan emin değildim. Doktorlar karnındaki ve boynundaki yarıklarla dirilen bir hastaya ne yapabilirdi? Üstelik kesikler kanamıyor, vücudundaki sıradan bir dövme gibi tenini süslemekle yetiniyorlardı. Elbet bir açıklama için tutuşuyordum. Mantıklı bir sebep için, tıbbi bir mucize denmesi için çıldırıyordum ama henüz varlığını sıradanlaştıracak kadar ona alışmamıştım. Yüzü buradaydı, ellerimin arasında duruyordu ve gözlerini kapatışını izlemek bile öyle muazzam görünüyordu ki hepsini çok yavaş sindiriyordum.

THREE || zmWhere stories live. Discover now