on beş

133 6 3
                                    

"Sırf farklı bir yoldan yürüyorum diye, 

Bu kaybolduğum anlamına gelmez."

Şarkı: Ghostlo - Hide and Seek

*

Arabayı ani bir frenle durdurdum. Lastik yanar gibi ince bir sesle haykırdı. Kapıyı açıp kendimi dışarı attığım gibi eve koştum. Verandayı geçtim, Zayn'in kilitlemeyi unuttuğu kapıyı açtım ve üst kata çıkmak için merdivenleri tırmandım. Odamda bir yerlerde, Travis'in kulağıma fısıldadığı her şeyin bir cevabı olduğunu biliyordum. Annemin günlüğü hatıralarımın arasında öylece duruyordu. Onu birkaç maç bileti, bir şeker çöpü, bir saç tokası, annemin bana aldığı birkaç hediyeyle beraber bir kutuda saklıyordum.

Bunca yıl onun mahremiyetine saygı göstermek için tek bir kelimesini bile okumamıştım. Annem ona yazarken onun bir günlük olduğunu işitmesem, kapağını açıp ne olduğunu anlayamayacak kadar uzak tutmuştum kendimi. Eğer bugün işittiklerimin en ufak bir doğruluk payı varsa, bu defterde yazacağını biliyordum.

Fotoğraflar olmasa annemin yüzünü hatırlamakta zorlanıyordum. Sarı saçlı, yanık tenli, mavi gözlü, sivri burunlu, pamuk gibi teni ve yumuşacık bakışları olan bir kadındı. Reklamlarda oynayan kadınlar gibi bir ekranın içinden saçlarının yumuşaklığını, parfümlerinin kokusunu, teninin hassasiyetini nasıl hissedebiliyorsak; annemin fotoğraflarına baktığımda da güzelliğini ve zarifliğini öyle hissedebiliyordum. Marka gibi bir kadındı. Birbirimize o kadar benzemiyorduk ki fiziksel olarak tek ortak yanımız burnumuzdu.

Dolabımın üzerinde bulduğum kutuyu açtığımda karşıma ilk bu fotoğraflar çıktı. Bazıları gençliğinde çekilmiş siyah beyaz fotoğraflardı. Onları bir kenara bırakıp defterin üzerine dizdiğim mektupları da bir tarafa ayırdım ve deri kaplamalı kahverengi günlüğü çıkardım. Özel bir kilidi yoktu ama çıt çıt düğmeleri andıran basit koruyucusu vardı. Yıllar defteri kilitlemişti bu yüzden düğmesini açarken koparmamaya özen gösterdim. Sanki sayfaları da koruyucusu gibi sertleşmiş ve kabalaşmıştı. Parmaklarımın arasında çevirirken ağır bir şey tutuyor gibi hissettim.

İlk sayfasında annemin adı ve günlüğü tuttuğu yıl yazıyordu. Yani başka yıllar için başka günlükleri de olmalıydı. Onlarla yaşadığımız evi kiraya vermiş, içindeki çoğu eşyayı çatı katındaki kutularda bırakmıştım. Eğer orada istediklerimi bulamazsam başka bir yerde saklanıyor olmaları imkansızdı. Yinede diğer günlüklerine gerek kalmadan, benim beşinci yaşımda yazmaya başladığı bu defterin bana yeterince ipucu vereceğine inanıyordum.

Yazdığı her şeyi okumak zoruma gidiyordu. Düzenli ve italik el yazısını parmağımla takip ederken gözlerimi kelimelere değdiriyor ve sadece okumam gereken kısmı işaret edecek özel bir isim arıyordum. Zihnimde canlanan şey tabii ki Travis'ti. Eğer onun adını herhangi bir sayfada görürsem, nereyi okumam gerektiğini bilirdim.

Fakat on beş günü arkamda bırakmıştım ki neredeyse hiç isim okumamıştım. Çoğu şey annemin hisleriyle alakalıydı. On beşinci sayfada, Travis olmasa da dikkatimi çeken başka bir isim gördüm. Yazı, annemin karmaşık hislerini döktüğü ve dağılmaya yüz tutmuş kalın uçlu bir tükenmez kalemle başlamıştı.

"Ne zor gün ama! Her saniye göğsüme bir hançer yiyormuş gibi içime doğru kanıyorum. Ivor'ı o halde gördüm ya... Onu koruyamamak beni tüm gerçeklerle yüzleştirdi, hayatım. Onu koruyamazsam, çocuğumuzu nasıl koruyacağım? Üstelik beş yaşındaki bir kızdan kat kat daha güçlü bir çocuk o. Bir insandan kat kat daha güçlü bir canlı. Bugün ilk defa kanının aktığını gördüm. Babasının gözlerindeki korkuyu... 

THREE || zmWhere stories live. Discover now