iki

121 12 2
                                    

"Gece uzun,

Şafakta solmuş gibi hissediyorum."

Şarkı: Sam Tinnesz - Far From Home

*

Hastane zemini soğuktu. Beyaz, kirli bir mermerle kaplanmıştı. Taş, eskimişti. Ara sıra görüş açıma mavi hemşire terlikleri giriyor, saniyenin onda birinde gözden kayboluyorlardı. Kim bilir burada oturan, dudaktan çıkacak iki kelime için dar ağacını bekler gibi bekleyen kaçıncı kişiydim? Bu taş zeminden kaç kişi geçmişti, kaç hasta yakını ağlamıştı üzerine oturup?

Bu koridorlar kaç ceset taşımıştı üzerine beyaz bir örtü sarıp?

Üst kattaki doğumhaneden bir bebeğin çığlıkları vuruyordu kucağıma. Bir yazarın süslü edebiyatı için yaşattığı, bir drama için öldürdüğü bebek; şeytanın öz evladıydı. Kuru fısıltılarla anne karnından çıkar çıkmaz yanaşıyor, yirmi sene sonra işlemesini istediği günaha kadar her küçük hatasını sessizce, yüzünde sinsi bir sırıtışla okuyordu kulağına. Bebeğin çığlıkları annesinin seneler önce işlediği günahlarıydı. Kanlar içinde almıştı kucağına, bir başka kadının kollarında kanlar içinde ölmesine izin verecekti.

Birini kanatarak doğuyordu insan ve içi kan ağlayarak ölüyordu. Birçok duygunun azılı katili oluyordu yaşamı boyunca ve birçok acıyı yaşatıyordu. Milyon kez ölmek istiyordu bir senenin içinde ve öleceği an ilk defa gerçekten yaşıyordu.

Ben bu hayata kanayarak gelmiştim. Kalbimde bir mermi yarası gibi kocaman bir delikten kanıyordum. Hisler ağır gelmeye başladığı zaman bu delikten kaçıyorlardı zihnimin gizli sokaklarına kadar. Ben büyüdükçe, delik küçülüyordu. Zayn ile tanıştığım da tamamen kapandı. Ona olan aşkımı delikten kovamadım, içimde kaldı.

Bunca zaman tek bir şey değişmedi. Ben doğduğumdan beri sekiz cenaze gördüm.

Bir mezarın toprağını düzeltir gibi, bir el yavaşça sırtımda dolandı. Başımı çevirince tanıdık bir adam gördüm. Bu alışık olduğum bir sahneydi. Kurbanın ölüm nedenini doktorun ağzından duymak için, üzerinde son kez bir araştırma yapmak için buraya gelirdim. İşimin bir parçasıydı. Sonra Florin omzuma dokunur, beni sarsar, cesedin hazır olduğunu söyler ve beni içeri davet ederdi. Önce biraz günün yorgunluğuyla kalkmakta zorlanır, sonra sıkıntılı bir nefesi salarken soğuk odaya girmek için ayaklanırdım. Normalde soğuk beni üşütmezdi, soğuk olduğunu bilir ama hissetmezdim. Aklımda bir an önce eve dönmek, Zayn'in yanına uzanmak dolanırdı bu yüzden işlerimi aceleyle, biraz da baştan savma yapar, sonra arabama atlayıp hız limitini aşmayı umursamadan eve sürerdim.

Oysa şimdi soğuk tenimi yakıyordu. Acımasız bir düşman gibi üzerime kapanmış, en hassas noktalarımdan saldırıyordu. Anılar soğuğu içeri alıyordu. İhanete uğramıştım. Yenilmeye mahkumdum. Vücudum güçsüzce titriyordu. Adımlarım suyun içinde yürür gibi savsak ve ağırken, kollarımı kendime sararak ısınıyor; kendimi düşmemek, acıdan morgun zeminine yığılmamak için ittirirken ve destek olurken buluyordum. Böylece hiç yenilmeyecektim. Ne zaman arkama doğru düşecek olsam, beni daha kötü günlerle başa çıkmış Thea Martin cılız kollarıyla tutacaktı.

Bundan daha kötü bir gün var mıydı?

Sendeledim. Florin çok küçük bir dokunuşla beni dengede tuttu. Kendi ayaklarım üzerinde sağlam duramasam da, onu tatmin edecek kadar dik durdum ve önüme geçmesini sağladım. Adımlarını hızlandırıp yan yana dizili dolaplara doğru ilerlerdi, ardından bir kapağı sertçe kendine çekti. Gözlerimi kapayıp kapakla beraber ortaya çıkan mekanik sesi dinledim. Soğuğun sesiydi. Sertçe odanın duvarlarına vurup geri döndü. Tekrar bir sessizlik olunca gözlerimi açıp kendimi kapağa doğru ittirdim.

THREE || zmWhere stories live. Discover now