on sekiz

75 6 1
                                    

"İsmini bağırıyor ve daha fazlasını istiyor.

Kapının önünde bir şeytan var."

Şarkı: Nick Cave - Loverman

*

Polislik zor bir meslekti. Gözlerimin yuvalarından çıkmak ister gibi ağrımasına, buz gibi soğukta dikilmeye, can güvenliğimden vazgeçerek her gün sevdiğim insanlara kendi içimde veda etmeye alışmıştım. Yorgunluk bu mesleğin getirilerinden değil de, şartıydı. Omuzlarına çöken ağrı, birbirine yapışmış gibi hissettiren kemiklerin hareket etmekteki tembelliği, göz kapaklarındaki sızı ve çok uzun zaman uyumayınca gözünden habersizce düşen yorgunluk yaşları... Fiziksel olarak alışmak zorunda olduğumuz her şeye alışmıştık. Fakat iş yüzleşmeye gelince, her katil kanımı dondurmaya devam ediyordu.

Bu sefer diğerlerinden daha zeki birine çatmıştık. Daha kurnaz, daha gizemli, daha tehlikeli. Oyun oynamayı seviyordu ve cinayetleri işlediğinde, kurbanların değil kendinin konuşulduğuna emin oluyordu.

Arnold'ın gözlerinde tiksintiyi de, hayranlığı da görebiliyordum. Cinnet onu bir kasırga gibi vurmuştu. Saçları dağılmış ve elektriklenmişti. Sakalları uzayıp karışmıştı. Üzerinden esen kahve ve sigara kokusunu o kadar güçlü alıyordum ki burnumun sızladığını hissediyordum. Üstelik tişörtünün üzerinde son yediği öğünden kalan birkaç kırıntı vardı ve parmaklarındaki etleri de stresten kopardığı için kurumuş kan lekelerini çok net görebiliyordum. Konuşmuyordu. Oturduğu yerde sağa sola sallanırken ellerini birbirine kenetlemiş düşünüyordu.

Onu ne kadar böyle kendinden geçmiş görürsem göreyim alışamıyordum; beni hep ilk sefer ki gibi korkutuyordu.

İlk sefer. Aldığı ilk dava. Zihnimi zorlayıp ona birkaç soru sormaya karar verdim.

"Buraya geldiğinde aldığın davayı hatırlıyor musun? Kalp krizinden ve uyuşturucudan kapkara kesilmiş bir çocuktu. Daha doğrusu, hiç unuttun mu? Alisha'nın davasını önüme atarken bir kere bile aklına gelmedi mi?"

Başını ve vücudunu aynı ritimle sallamaya devam etti. Bana bakmıyordu. Ellerini önünde kavuşturmuş, gözlerini masasına dikmiş, büyük ihtimal kendi kafasının içinde çok farklı bir alemdeydi.

"Campbell," diye tısladım göz göze gelme çabamı belli ederek. "Aklına gelmişti öyle değil mi? Şüphelenmiştin. Yine de bana söylememeyi tercih ettin."

Ceketimin iç cebinden çıkardığım fotoğrafları masasına attım. Vücudunu sallamayı bıraktı. Gözleri yavaşça siyah beyaz kareye kaydı. Parmağımı Rex'in üzerine doğru bastırıp onu işaret ettim. "Adı Rex. Alisha ve Henry'nin çocukluk arkadaşıymış. Ailesi yok. Nasıl bir tesadüf ki, senin ilk davandaki çocukla aynı hafta kayboluyor."

"Bu kız kim?"

"Atena. Diğer arkadaşları. Şu an şehirde olmalı, Jax'i takip etmesi için peşine taktım."

Masasının başından kalktı. Fermuarını boğazına kadar çekerken saçlarını da elleriyle geri doğru taradı. "Kızı sen takip et. Ona koruma sağla. Gözünü üzerinden ayırma, eminim bizi katile götürecektir."

"Kızın başına bir şey geleceğini mi düşünüyorsun, neden?"

"Fotoğrafta teni hala kararmamış tek biri var."

Dişlerimi sıktım. Ofisindeki iki kişilik rahatsız koltuğa çökerken dirseklerini dizlerine yasladı. "Bir de şöyle düşün," diye mırıldandım eğilip göz göze gelmemizi sağlarken. "Fotoğrafta hala yaşayan tek kişi var. Alisha'nın ölüm haberini aldığında değil, ikisinin de ölümünden sonra ortaya çıkıyor. Seneler önce aynı şimdi olduğu gibi, bir diğer arkadaşı da öldükten sonra ortadan kaybolmuş. Hiç şüpheli değil mi?"

THREE || zmOnde as histórias ganham vida. Descobre agora