on dört

37 7 2
                                    

"Zihniniz asla ağrımaz, 

Gençken ve sağlamken, 

Kalbinizin şimdi ağrıdığı gibi. 

Ateşleriniz hepsini toprağa gönderiyor."

Şarkı: The Kills - DNA

*


Yılan gözler. Çatlak tenler. Kırık kanatlar. Yanımdan geçip giden bu bedenlerin normal insanlardan tek farkı bunlardı. Aynı bizler gibi yürüyor, bizler gibi sohbet ediyor, bizler gibi gülüyorlardı. Gözlerinde beni parçalamak için, kanımı emmek için bir arzu görmeye çalışıyordum ama çoğu başını çevirip bana bakmıyordu bile. Kimisi çok meşguldü ve sürekli sağa sola koşturup duruyordu, kimisi koltuğa uzanmış kulaklıkla yatıyor ve kimisi de Travis'in yanında durmuş beni izliyordu.

Beni bir mağaraya getirmişti. İçine girdikçe büyüyen ve yer altına doğru bir ev gibi uzanan bu taştan duvarların içerisinde meşaleler önümüzü aydınlatıyor, biz ilerledikçe karşımıza dizayn edilmiş bir sığınak çıkıyordu. Nihayet mağara bizi bir eve getirmişti. Yer altında olduğunu sanıyordum çünkü mağaradan içeri yürürken oldukça eğimli ilerlemiştik, gittikçe duvarlar birbirinden uzaklaşmış ve bizi kocaman bir alana çıkarmıştı. Yüksekliği bir villa kadar, genişliği ise salonumun üç katı kadardı. Dört bir yan alevler sayesinde ışıldıyordu. Koltuklar, masalar, ok ve yaylar, hatta sigaralar vardı. Yaşadıkları yeri ve oldukları şeyi görmek öyle normalleşiyordu ki kendi kolumu sıkmak ve uyanmak istiyordum.

Gözlerimi herkesin üzerinde tek tek gezdirecek zaman buldum. Travis hemen karşımda oturuyordu. Ben konuşana kadar konuşmayacağına yemin etmişti. Haklı da sayılırdı, onu bulmak için gelen bendim. Beni iyi ağırlamıştı. Misafirperverdi. En azından henüz etimi arkadaşlarıyla bölüşmemişti. Gözlerimin içine bakarken bunu yapacağına olan inancımı da zamanla kaybediyordum. Çıkık alın kemiğinin altındaki gözleri bir çukur gibi derindi. O canavara dönüşmediği zamanlarda zihnime bir bıçak ucu gibi batan buz mavisi gözleri, yerini yeşile dönük bir elaya bırakıyordu. Aynı Zayn gibi onunda gözlerinde çok büyük değişiklikler vardı. Belki dönüşüm geçirdikten sonra ayırt edilebilmelerini sağlayan nadir özelliklerden biri gözleriydi.

Bunların yanı sıra Travis güçlü bir adamdı. Karşımda öyle dik duruyordu ki ufalıp parçalanacağımı sanıyordum. Yüzünün iki yanında elmacık kemikleri belirgin, yanakları içe göçmüş, sert yüz hatlı, hiddetli bakışlara sahip, kaşları iki yönden yukarı bakan, kumral sakallı ve genç saçlara sahip yakışıklı bir adamdı. Onu bir insan gibi tasvir edecek çok şeye sahipti. Belki insanların bir çoğundan da güzeldi. Aramızda dikkat çekmeden nasıl dolaştıklarını, bizimle nasıl yaşadıklarını anlayabiliyordum.

Travis'in hemen yanında dikilen kişiyi de daha önceden görmüştüm. Gecenin bir yarısı bahçemden erkek arkadaşımı alıp götürürken ki keyifli ifadesi şimdi yoktu. Sürekli baygın bakışlarla beni süzüyor, arada sırada gözlerini deviriyor, dudaklarını memnuniyetsizce kapayıp açtıktan sonra ayaklarının üzerinde sallanıyordu. Ellerini arkasında birleştirmişti. Alnında üç derin çizgi vardı. Öfkesinden mi endişesinden mi kaynaklandığını anlamasam da ona uzun süre bakmama engel oldular.

Dikkatimi çeken son kişi koltuklarda uzanmış, kulağına bir kulaklık geçirmiş hareketsizce duruyordu. Saçlarını sıfıra vurmuştu. Kafasında belirli yaralar ve izler vardı. Kalın kaşlı, kemerli burnu ve hafifçe kepçe kulakları olmasına rağmen oldukça sempatik bir yüzü vardı. Buradaki herkesin Travis karşısında mum gibi kaldığını görmüştüm ama o geldiğimizden beri ölü gibi yatıyor, etrafında dönen hiçbir şeyi umursamıyordu.

THREE || zmWhere stories live. Discover now