18.Bölüm

2.3K 231 104
                                    

"Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman bilmem... Yeter ki o kapıda durmayı bil!"
Hz. Mevlana

Derin bir nefes aldım. Bu kadar güzel bir yere nasıl geldiğimi düşündüm bir an fakat hiçbir şey anımsayamıyordum. Sağımda suyu berrak tertemiz bir akarsu akıp gidiyordu. Yüzüme değen hafif rüzgar, saçlarımı havalandırdığında başımda şalımın olmadığını fark etmemi sağlamıştı. Belime kadar uzanan saçlarımın varlığı ilk kez beni bu kadar rahatsız ediyordu. Aceleyle etrafıma bakındım, kimse yoktu fakat yine de rahatsız hissediyordum. Ben başımda şalım olmadan hiç dışarı çıkmazdım.

İçimi saran endişe ile etrafıma bakındım yeniden.Birinden saçlarımı örtecek bir şal ya da yazma istemeliydim, fakat hiç kimse yoktu etrafta. Soluma döndüm, rengarenk güllerin olduğu bir bahçe tüm güzelliği ile beni çağırıyordu sanki. Bahçeye yaklaştıkça meyve ağaçlarının gölgelediği ahşap bir ev gözüme çarpmıştı. İzinsiz girmek doğru olmaz diye düşündüm bir an fakat etrafta başka da hiç ev yoktu. Buraya nasıl geldiğimi öğrenebilir, ya da en azından başımı örtecek bir şal isteyebilirim diye düşündüm ve bahçenin tahtadan yapılan kapısını açtım. O kadar güzel bir yerdi ki kendimi rengarenk güllerin olduğu bu bahçeye atmadan edemedim. Eğilip avuçlarımın arasına aldığım sarı renkli gülün kokusunu içime çektim. Hiç bu kadar güzel kokan bir gül görmemiştim.

Biraz sonra bacağıma sarılıp, "Anne." diyen küçük bir kız çocuğunun sesi ile irkilerek uzaklaştım avuçlarımın arasındaki gülden. Yüzümü, bana bakıp gülümseyen tahminen 3-4 yaşlarındaki kız çocuğuna çevirdim. Sarı ve bukle bukle olan açık saçlarına baktım bir süre. Bakışlarım gözlerine değdiğinde yeşil gözlerine hayranlıkla ve şaşkınlıkla baka kalmıştım. Küçüklüğümü andıran bu küçük kız çocuğu benim kızım mıydı?

Eğilip küçük bedenini kollarımın arasına aldım. "Sen benim kızım mısın?" diye sordum, şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak.

"Evet, senin kızınım." dedi tane tane konuşurken gülümsemeyi de ihmal etmiyordu.

"Babam, seni çağırıyor anne."dedi. Yüreğime değen ince sesi irkilmeme sebep oldu bu kez.

Neredeydim ben? Bu kız benim kızım miydi sahiden?

" Asim... " Kulağıma dolan sesin sahibine yüzümü dönmeden, kalbimi döndüm. Ve anladım, rüyadaydım ve burası da gayb âleminin en güzel yeri cennet bahçesiydi. Çokça hayret biraz da heyecanla ayağa kalktım. Yüzümü döndüm, yüzüne hasret kaldığım en güzel surete. Sesim yolunu kaybetmişti sanki, ayaklarım ona doğru giderken... Kollarım bedenini sardığında rüya olduğunu düşünen aklım ikileme düşmüştü şimdi.

"Yoksa bende mi öldüm?" dedim sevinçle. Bir ölüm ancak böyle güzel sonuçlanabilirdi. Ben öldüğümü ya da rüyada olduğum ikileminde iken, o beni canına katmak istercesine sımsıkı sarmıştı. Elleri saçlarımın arasında gezinirken, ben onun kokusunu içime çekmekle meşguldüm. Nasıl bir hasretti... Bu nasıl bir özlem...

Biraz sonra benden ayrıldığında yüzüne baktım, hiç değişmemişti. Hala aynı Yusuftu. Ellerimi avuçlarının arasına alıp öptüğünde kendime geldim. Rüyaydı, biliyordum uyanacaktım! Yeniden ayrılacaktım ondan.

"Cennetimin kapısı..." Onun sesi ile düşüncelerimden sıyrılıp derin bir nefes aldım.

"Yusuf, ben öldüm mü?" diye sordum yeniden.

Evet, demesi için yalvarırcasına bakıyordum gözlerine.

"Aksa, gel kızım." dediğinde, Yusuf'un baktığı yere döndüm yüzümü. Eğilip kucağına aldı küçük kızı. Ne güzeldi ismi, kızım mı demişti o?

Asi (Bir sabır hikayesi) Where stories live. Discover now