8. Bölüm

209 18 0
                                    

Ertesi gün Odintsova'nın kaldığı otelin merdivenlerini Arkadiy'le birlikte çıkmakta olan Bazarov ona şöyle diyordu:

"Bakalım, bu hanım, memelilerin hangi sınıfına giriyormuş. Burada düzgün olmayan bir şey var, burnum kokusunu alıyor."

"Sana şaşıyorum!" diye haykırdı Arkadiy. "Nasıl olabilir? Sen, Bazarov, bu dar ahlak anlayışını sen destekleyeceksin ha, bu anlayış..."

"Ne tuhafsın!" diye ilgisiz bir şekilde onun sözünü kesti Bazarov. "Bilmiyor musun, dilimizde kardeşlerimiz için 'düzgün olmayan', 'düzgün' anlamına gelir? Yani onda 'iş var' demektir. Onun garip bir şekilde evlendiğini bugün sen söylemedin mi? Gerçi bence zengin bir ihtiyarla evlenmek, hiç de garip bir şey değil, aksine akıllıca bir şeydir. Şehirdeki dedikodulara inanmıyorum ben ama kültürlü vali beyin dediği gibi, bu dedikoduların doğru olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor."

Arkadiy cevap vermedi ve odanın kapısını çaldı. Üniformalı genç bir uşak, iki arkadaşı Rus otellerindeki bütün odalar gibi çok kötü döşenmiş ama çiçeklerle bezenmiş büyük bir odaya aldı. Biraz sonra Odintsova sade bir sabah elbisesi giymiş olarak göründü. Arkadiy ona Bazarov'u tanıttı ve gizli bir şaşkınlıkla fark etti ki, Bazarov sanki utanmıştı, buna karşılık Odintsova akşamki gibi son derece sakindi. Bazarov da utandığını ve canının sıkılmaya başladığını hissediyordu. "Al işte sana! Bir karıdan korktun!" diye aklından geçirdi ve Sitnikov'dan aşağı kalmayan bir biçimde bir koltuğa sereserpe oturarak abartılı bir rahatlıkla konuşmaya başladı, Odintsova ise parlak gözlerini ondan ayırmıyordu.

Anna Sergeyevna Odintsova, yakışıklılığıyla ün salmış bir dolandırıcı ve kumarbaz olan Sergey Nikolayeviç Loktev'in kızıydı. Babası on beş yıl kadar Petersburg ve Moskova'da tutunduktan ve epey gürültüler kopardıktan sonra kumarda her şeyini kaybetmiş ve köye yerleşmek zorunda kalmış, kısa bir süre sonra da küçücük servetini kızları, yirmi yaşındaki Anna ve on iki yaşındaki Katerina'ya bırakarak ölmüştü. Kızların annesi, yoksul düşmüş Prens H.'nin soyundandı, kocasının çok güçlü olduğu bir sırada Petersburg'da ölmüştü. Babasının ölümünden sonra Anna'nın durumu çok zorlaştı. Petersburg'da aldığı parlak eğitim, onu çiftlik ve ev işlerine, ıssız köy yaşamına hazırlamamıştı. Bütün o bölgede kesinlikle hiç kimseyi tanımıyordu, akıl danışabileceği hiç kimse yoktu. Babası komşularla görüşmekten kaçınmaya gayret etmişti; o, onlardan nefret etmiş, onlar da her biri kendine göre ondan nefret etmişlerdi. Ama kendini kaybetmedi ve hemen teyzesi Prenses Avdotya Stepanovna H.'yi yanına çağırdı. Bu kötü kalpli ve kibirli ihtiyar kadın, yeğeninin evine yerleştikten sonra iyi odaların hepsini kendisine ayırdı, sabahtan akşama dek homurdanıp söylenip duruyor ve yanında sahip olduğu tek kölesi olan ve mavi şeritli, aşınmış benekli bir üniforma ve üç köşeli şapka giyen suratsız uşağı olmadan bahçede dolaşmaya bile çıkmıyordu. Anna, teyzesinin bütün kaprislerine sabırla katlanıyor, yavaş yavaş kız kardeşinin eğitimiyle ilgileniyordu ve bu ıssız yerde solup gitmek düşüncesini de galiba artık kabullenmişti. Ama kader ona başka yazı yazmıştı. Odintsov diye biri rastlantıyla onu gördü. Kırk altı yaşlarında, çok zengin, garip, evhamlı, şişman, ağır ve suratsız bir adam olan Odintsov, yine de budala ve kötü biri değildi. Anna'ya âşık oldu ve evlenme teklif etti. Anna onun karısı olmayı kabul etti. Adam Anna'yla altı yıl kadar birlikte yaşadı ve ölürken bütün servetini ona bıraktı. Anna Sergeyevna kocasının ölümünden sonra bir yıl kadar köyden çıkmadı; daha sonra kız kardeşiyle birlikte yurtdışına gittiler, ancak sadece Almanya'da kaldılar; sıkıldılar ve ... kentinden kırk verst kadar uzakta bulunan sevgili Nikolskoye'ye, evlerine döndüler. Burada Anna Sergeyevna'nın mükemmel döşenmiş, harika bir evi ve limonluklu güzel bir bahçesi vardı; merhum Odintsov hiçbir şeyi esirgememişti. Anna Sergeyevna kente çok ender olarak, çoğunlukla iş için gidiyor ve kısa süre kalıyordu. Vilayette onu sevmezlerdi, Odintsov'la evliliği konusunda korkunç yaygaralar koparıyorlar, hakkında akla hayale gelmeyecek şeyler anlatıyorlar, babasının dalaverelerinde ona yardım ettiğini, yurtdışına da boşu boşuna değil, ortaya çıkan kötü sonuçları örtbas etme gereğinden gittiğini ileri sürüyorlardı. "Nedenini anlıyorsunuz ya!" diye ekliyorlardı öfkeli anlatıcılar. "Feleğin çemberinden geçmiş," diyorlardı onun için; vilayette tanınan bir nükteci de çoğu zaman "Hem de ne çemberlerden geçmiştir," diye ekliyordu. Bütün bu dedikodular kulağına kadar gelse de, bunları duymazlıktan geliyordu: Özgür ve oldukça kararlı bir kişiliği vardı.

Odintsova koltuğun arkalığına yaslanarak oturuyor ve bir elini diğerinin üzerine koymuş Bazarov'u dinliyordu. Bazarov, her zamankinin tersine oldukça fazla konuşuyordu ve açıkçası muhatabını meşgul etmeye çalışıyordu. Arkadiy buna bir kere daha hayret etti. Bazarov'un amacına ulaşıp ulaşamadığına karar verememişti. Anna Sergeyevna'nın yüzünden, ne gibi izlenimler edindiğini anlamak zordu: Hep aynı, sevecen, ince yüz ifadesini koruyordu; harikulade gözleri dikkatle ama sakin bir dikkatle parlıyordu. Ziyaretin ilk dakikalarında Bazarov'un pek çetrefil konuşması Odintsova'nın üzerinde pek de hoş olmayan bir etki, adeta kötü bir koku veya keskin bir ses etkisi yapmıştı ama Bazarov'un mahcup olduğunu hemen anladı ve hatta bu durum hoşuna bile gitti. Ona itici gelen tek şey bayağılıktı, bayağılık konusunda ise hiç kimse Bazarov'u suçlayamazdı. O gün Arkadiy şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyordu. Bazarov'un Odintsova'yla zeki bir kadınla konuşur gibi, kendi inançlarından ve görüşlerinden konuşacağını bekliyordu, çünkü Odintsova "hiçbir şeye inanmama cesaretine sahip" bir adamı dinlemek istediğini kendisi söylemişti ama bunun yerine Bazarov tıptan, homeopatiden, botanikten bahsediyordu. Odintsova'nın inzivadayken vakit kaybetmediği ortadaydı: Birkaç iyi kitap okumuştu ve söyleyeceklerini doğru bir Rusça'yla ifade ediyordu. Sözü müziğe getirdi ama Bazarov'un sanatı kabul etmediğini fark edince yavaş yavaş botaniğe geri döndü, gerçi tam da Arkadiy halk ezgilerinin önemi konusunda konuşmaya başlamıştı ama. Odintsova ona karşı yine küçük erkek kardeşi gibi davranmaya devam ediyordu; anlaşılan Arkadiy'deki gençliğin saflığına ve iyiliğine değer veriyordu, hepsi buydu. Sohbet çeşitli konularda acele etmeden, canlı bir şekilde üç saatten biraz fazla devam etti.

İki arkadaş sonunda kalktılar ve vedalaşmaya koyuldular. Anna Sergeyevna ikisine de okşarcasına baktı, ikisine de güzel beyaz elini uzattı ve biraz düşündükten sonra kararsız ama güzel bir gülümsemeyle şöyle dedi:

"Beyler, eğer sıkılmaktan korkmazsanız, Nikolskoye' ye, evime gelin."

"Rica ederim, Anna Sergeyevna," diye haykırdı Arkadiy, "özel bir mutluluk duyarım..."

"Ya siz, Mösyö Bazarov?"

Bazarov sadece eğildi ve Arkadiy'i son kez şaşırttı: Arkadiy, arkadaşının yüzünün kızardığını fark etmişti.

"E, nasıl?" dedi sokakta Bazarov'a. "Hâlâ aynı düşüncede misin, ay ay ay mıymış?"

"Ne bileyim ben! Gördün ya, kendini nasıl da dondurmuş!" diye itiraz etti Bazarov ve biraz sustuktan sonra ekledi: "Prenses mübarek, kendisine ne kadar hâkim bir kadın. Arkasında uzun kuyruklu elbisesi, başında da tacı eksik."

"Bizim prensesler böyle Rusça konuşamazlar," dedi Arkadiy.

"Feleğin çemberinden geçmiş birader, bizim ekmeğimizden yemiş."

"Ne olursa olsun, güzel kadın," dedi Arkadiy.

"O ne vücut öyle!" diye devam etti Bazarov. "Sanki biraz önce anatomi dersindeydim."

"Kes Allah aşkına Yevgeniy! Bu söylediklerin bir şeye benzemiyor."

"E, kızma, hanım evladı. Dedim ya, birinci kalite. Evine gitmeli."

"Ne zaman?"

"Olsa olsa öbür gün olur. Burada ne yapacağız ki! Kukşina'yla şampanya mı içeceğiz? Senin akraban, şu liberal yüksek memuru mu dinleyeceğiz? Öbür gün veda ederiz. Üstelik babamın çiftliği de oradan pek uzak değil. Zaten Nikolskoye ... yolunun üzerinde değil mi?"

"Evet."

"Optime. İşi uzatacak bir şey yok; yalnız aptallar işi uzatırlar, ha bir de sivri akıllılar. Sana dedim ya, o ne müthiş vücut!"

Üç gün sonra iki arkadaş Nikolskoye yolunda ilerliyorlardı. Pırıl pırıl, çok sıcak olmayan bir gündü ve arabanın besili atları, sarılmış ve örülmüş kuyruklarını hafifçe sallayarak uyumlu bir şekilde koşuyorlardı. Arkadiy, yola baktı ve nedenini kendisi de bilmeksizin gülümsedi.

"Beni kutlamalısın," diye bağırdı birden Bazarov, "bugün haziranın yirmi ikisi, ismimi aldığım meleğin isim günü. Bakalım benim hakkımda neler düşünüyor. Bugün beni eve bekliyorlar," diye ekledi sesini alçaltıp... "Ne yapalım beklesinler, ne önemi var!"



Babalar ve OğullarWo Geschichten leben. Entdecke jetzt