9. Bölüm

228 16 0
                                    

Anna Sergeyevna'nın yaşadığı malikâne, yeşil çatısı, beyaz sütunları ve ana girişinin üzerinde "İsa'nın Dirilişi" sahnesini İtalyan tarzında temsil eden al fresco'su bulunan, sarı taştan yapılmış bir kilisenin yakınında yumuşak eğimli, çıplak bir tepede bulunuyordu. İlk planda görülen kollarını açmış, miğferli esmer savaşçı, yuvarlak çizgileriyle özellikle dikkati çekiyordu. Kilisenin arkasında saman kaplı damlarının üzerinde bir görünüp bir kaybolan bacalarıyla uzun bir köy iki sıra halinde uzanıyordu. Beyin evi kiliseyle aynı tarzda, bizde Aleksandr tarzı diye bilinen tarzda yapılmıştı; bu ev de aynı şekilde sarı boyayla boyanmıştı ve yeşil bir çatısı, beyaz sütunları ve armalı bir alınlığı vardı. Vilayet mimarı, her iki binayı da anlamsız ve kendi deyimiyle keyfî yeniliklere tahammül edemeyen merhum Odintsov'un onayını alarak yapmıştı. Eski bahçenin koyu renk ağaçları, iki yandan eve bitişiyor, iki yanında budanmış köknarların bulunduğu bir yol ana kapıya kadar uzanıyordu.

Dostlarımızı üniforma giymiş, uzun boylu iki uşak sofada karşıladı; içlerinden biri hemen başuşağı aramaya koştu. Siyah fraklı şişman bir adam olan başuşak hemen geldi ve konukları halı kaplanmış merdivenden çıkararak her türlü tuvalet gereçleriyle birlikte iki karyolanın bulunduğu özel hazırlanmış bir odaya götürdü. Görünüşe bakılırsa evde sıkı bir düzen hâkimdi: Her şey tertemizdi, bakanlıkların kabul salonlarındaki gibi her tarafta hoş bir koku vardı.

"Anna Sergeyevna yarım saat sonra yanlarına gitmenizi rica ediyorlar," dedi başuşak. "Şimdilik bir emriniz olacak mı?"

"Hiçbir emrimiz olmayacak, sayın bayım," diye cevap verdi Bazarov, "yalnız bir kadehçik votka getirmeyi lütfederseniz."

"Başüstüne, efendim," dedi başuşak biraz şaşkın ve çizmelerini gıcırdatarak uzaklaştı.

"Bu ne grand genre," dedi Bazarov. "Böyle diyordunuz galiba, değil mi? Tam bir prenses."

"İyi bir prenses," diye itiraz etti Arkadiy, "senin benim gibi koyu aristokratları daha ilk görüşmeden sonra evine çağırdı."

"Özellikle de ben, müstakbel bir hekim, üstelik de bir hekim oğlu, bir diyakoz torunu... Sahi, sen benim bir diyakoz torunu olduğumu biliyor muydun?.."

"Speranskiy gibi," diye de ekledi Bazarov kısa bir süre sustuktan ve dudaklarını çarpıttıktan sonra. "Bu hanım kendini çok şımartmış yine de; ah, ah bu hanım kendini ne kadar da şımartmış! Frak mı giysek, ne dersin?"

Arkadiy sadece omzunu kaldırmakla yetindi... fakat pek fazla olmasa bile o da şaşırmıştı.

Yarım saat sonra Arkadiy'le Bazarov oturma odasına indiler. Bu, geniş, yüksek tavanlı, oldukça şatafatlı döşenmiş ama özel bir zevki yansıtmayan bir odaydı. Ağır ve pahalı mobilyalar, altın yaldızlı dalları olan kahverengi duvar kâğıtlarıyla kaplı duvarlar boyunca resmî bir şekilde dizilmişti; merhum Odintsov bu mobilyaları komisyoncu ve tanınmış bir tüccar olan bir arkadaşı vasıtasıyla Moskova'dan getirtmişti. Ortadaki divanın üzerinde buruşuk suratlı, sarışın bir adamın portresi asılıydı ve galiba konuklara kötü kötü bakıyordu. "'Kendileri' olmalı," diye fısıldadı Bazarov Arkadiy'e ve burun kıvırarak ekledi: "Kaçsak mı?" Ama tam o anda ev sahibesi içeri girdi. Üzerinde çizgili hafif bir elbise vardı; kulaklarının arkasına alıp dümdüz taradığı saçları temiz ve taze yüzüne genç kız görünüşü veriyordu.

"Sözünüzü tuttuğunuz için teşekkür ederim," diye söze başladı, "bir süre konuğum olun burada. Burası, aslında pek kötü bir yer değildir. Sizi kız kardeşimle tanıştırırım, güzel piyano çalar. Mösyö Bazarov, sizin için fark etmez ama siz Mösyö Kirsanov, galiba müziği seviyorsunuz; kız kardeşimden başka ihtiyar teyzem de bende kalıyor. Ayrıca bir komşumuz da zaman zaman iskambil oynamaya bize gelir. İşte bütün topluluğumuz bu kadar. Şimdi oturalım."

Babalar ve OğullarWhere stories live. Discover now