21. Bölüm

390 19 1
                                    

Yanında cehennem taşı bulunmayan şu kasaba doktoru geldi ve hastayı muayene ettikten sonra bekleme yöntemini izlemeyi tavsiye etti, bu arada da birkaç sözcükle iyileşme olasılığından söz etti.

"Siz, benim durumumdaki insanların öbür dünyayı boylamadıklarını gördünüz mü?" diye sordu Bazarov ve aniden divanın yanında duran ağır masanın ayağını yakalayıp sarstı ve yerinden oynattı. "Kuvvetse kuvvet," dedi, "kuvvetim hâlâ yerinde ama öleceğim!.. Yaşlı biri hiç değilse hayata olan alışkanlığını kaybetmiştir, ya ben... Hadi gel de ölümü inkâr etmeye çalış. O seni inkâr eder ve tamam! Kim ağlıyor orada?" diye ekledi biraz bekleyerek. "Annem mi? Zavallıcık! O harika pancar çorbasını şimdi kime yedirecek? Ah sen, Vasiliy İvanoviç, sen de ağlıyorsun galiba? Ne yapalım, eğer Hıristiyanlık yardım etmiyorsa filozof ol, stoacı ol! Zaten filozof olmakla övünmez miydin?"

"Ne de filozofum ya!" diye bağırdı Vasiliy İvanoviç ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı.

Her geçen saat Bazarov daha da kötüleşiyordu; hastalık cerrahi zehirlenmelerde genellikle görüldüğü gibi hızlı bir seyir almıştı. Henüz hafızasını kaybetmemişti ve kendisine söylenilenleri anlıyordu; hâlâ mücadele ediyordu. "Sayıklamak istemiyorum," diye fısıldadı yumruklarını sıkarak, "ne saçmalık!" Ve birden "Hadi söyle bakalım, sekizden on çıkarsa kaç kalır?" dedi. Vasiliy İvanoviç deli gibi dolaşıyordu, kâh bu ilacı kâh öbürünü tavsiye ediyor ve oğlunun ayaklarını örtmekten başka bir şey yapmıyordu. "Soğuk çarşafa mı sarsak... kusturucu mu versek... midesine hardal yakısı mı koysak... kan mı alsak..." diyordu gergin bir halde. Kalması için yalvardığı doktor onun her dediğini onaylıyor, hastaya limonata içiriyordu, kendisi için de kâh pipo kâh "kuvvetlendirici ısıtıcı", yani votka istiyordu. Arina Vlasyevna kapının yanında alçak bir sırada oturuyor ve sadece arada bir dua etmeye gidiyordu; birkaç gün önce tuvalet aynası elinden kaymış ve kırılmıştı, bunu her zaman kötü bir işaret olarak görürdü; Anfisuşka da ona hiçbir şey diyemiyordu. Timofeyiç Odintsova'ya gitmişti.

Bazarov geceyi kötü geçirdi... Yüksek ateş ona rahat vermiyordu. Sabaha karşı durumu hafifledi. Arina Vlasyevna'dan saçlarını taramasını rica etti, onun elini öptü ve iki yudum çay içti. Vasiliy İvanoviç birazcık canlanmıştı.

"Tanrı'ya şükür!" dedi. "Kriz geldi... kriz geçti."

"Neler de düşünüyorsun!" dedi Bazarov. "Bir söz ne demektir! Bu sözü buldu, 'kriz' dedi ve kendini avuttu. Şaşırtıcı iş, insanoğlu hâlâ sözcüklere inanıyor. Örneğin ona aptal deseler ve dövmeseler üzülür; akıllı deseler ve para vermeseler, memnun olur."

Bazarov'un önceki "çıkışlarını" hatırlatan bu kısa konuşması, Vasiliy İvanoviç'i çok duygulandırmıştı.

"Bravo! Çok güzel söyledin, çok güzel!" diye haykırdı, alkışlıyormuş gibi görünerek.

Bazarov kederli kederli gülümsedi.

"Sence," dedi, "kriz geçti mi, yoksa yeni mi başladı?"

"Daha iyisin, görüyorum, bu da beni sevindiriyor," diye cevap verdi Vasiliy İvanoviç.

"İyi o zaman; sevinmek her zaman kötü değildir. Hani şu bayana... hatırlıyor musun? Gönderdin mi?"

"Gönderdim, nasıl göndermem."

İyiye doğru değişiklik uzun sürmedi. Nöbetler tekrar başladı. Vasiliy İvanoviç Bazarov'un yanında oturuyordu. Özel bir acı ihtiyar adamı pençesine almış gibiydi. Birkaç defa konuşmaya çalıştı ama yapamadı.

"Yevgeniy!" dedi sonunda. "Oğlum, sevgili oğlum, yavrum!"

Onun bu alışılmadık seslenişi Bazarov'u etkiledi... Başını birazcık çevirdi ve onu dalgınlığa iten yükün altından kurtulmaya çabalayarak, "Ne var, babacığım?" dedi.

Babalar ve OğullarWo Geschichten leben. Entdecke jetzt