"ALTINCI MEKTUP"

107 25 58
                                    

Cumartesi.

Sevgili Yusuf.

İnan bana sana daha farklı nasıl seslenilir, bu mektuplarıma daha farklı nasıl başlarım bilmiyorum. Ne söylesem az, çok az geliyor bana.

Yusuf, Sen Kedileri sevsende başını hiç okşamazdın, yeni bitirdiğin kitabın üzerine en az üç gün kitap okumazdın senin için zaman geçmeli onu iyice kendine işlemeliydin. Evinin kapısını hiç kilitlemediğini evin sahibi ile konuşurken duymuştum. Yemek yemeği de pek sevmezdin, hep çelimsiz bir vücudun vardı lakin boyun epey uzun olduğundan zayıf bedeninini saklıyor dışarıdan bakıldığında iri bir Adama benziyordun ama bilmelisin ki ben seni dışarıdan değil, içeriden izliyorum. Bundan dolayı kalbindeki yaraya merhemi değil, avuçlarını bastırışını ben görüyorum.

Bunlar seninle hiç konuşmadan izlediğim şeylerdi. O yıllar açık hava sinemasına epeyce bir ilgi vardı. O gün de bir açık hava sineması günüydü. Çocuklar için pamuk şeker satan satıcılardan, şans biletlerinden tut herşey bir araya toplanmıştı o kalabalığı, o tatlı telaşı çok severdim.

Bende neden bilmiyorum, o gün biraz daha özenli giyinmiş, Babamın papatyalardan yaptığı tacı takmıştım. Çocuk gibi görünüyordum zaten mahallenin çocukları da bana hep adımla seslenirdi bunu onlara ben söylemiştim ve bu bana tarifsiz, ilelebet bir mutluluk verirdi. İşte tam o anda bir çocuk seslenmiş bana senin onları açık hava sinamasına götüreceğini, benimde gelmemi istediğini söylemişti. Nasıl Ellerimde ki çiçekleri yere düşürdüm ve o çiçeğin gül olduğunu umursamadan dikenlerinden tutmuştum bilmiyorum. Ne denirdi? 'Gelirim elbette' desem koşa koşa adımlarımı adımlarına denk düşürme isteğini dışa vurmuş olurdum. 'İşlerim henüz bitmedi' desem biliyordum ki ömrümün sonuna kadar bunu bir hata olarak görür, bana kaç keşke dedirtirdi tahmin bile edemiyordum. Dinlemedim kendimi o gün ilk defa kendimi dinlemedim kendime kulaklarıma kapattım ve şunu dedim. 'Geliyorum Adamım' âh nasıl bir delilikti ve nasıl bir mutluluktu.

Dükkanı kapatmış, adımlarımı o çocuğun yanında atıyordum. Yol sanki hergün yürüdüğüm yol değildi. Dükkanım ile çok az bir mesafe olan kapının önü neden o kadar uzundu o gün? Sen sırtın dönük evinin önünde altı çocuk ile konuşuyordun. Adımlarım sırtında durduğunda kalbimin sesini duyacaksın diye nasıl korkuyordum bir bilsen. Saatler gibi gelen o dakikalarda arkana dönüşün ve tam gözlerimin içine bakışın, şaşkınlığın, benim parladığına emin olduğum gözlerimin izinsiz gözlerine denk getirişim, anlamsızca şaşkınca gülümsemem, senin gülümsememi görüp gözlerini kaçırman âh. Çocuğun, 'Nazenin ablada bizimle gelebilir değil mi?' dediği o an. Senin belli belirsiz başını sallaman bunlar hepsi, hiçbiri sanrı değildi ve ben bunu yaşıyordum. Yaşamıştım Yusuf.

Sen arkada tek başına, çocuklarla bizim önde olduğumuz o kısa yürüyüşte aklımdan neler geçti, nasıl hayaller kurdum bilmiyorum. Bir süre sonra Gideceğimiz yere varmıştık. Âh etraf o kadar kalabalıktı ki çocukları baba şefkati ile hep kollarının altına almıştın. Dört çocuk senin yanında üç çocuk benim yanımda yan yanaydık. Ne ara izledik ne ara film bitti bilmiyorum. Lakin filmin sonunda seven iki insan birbirini buluyordu. Nasıl bir gülümseme vardı suratımda bilmiyordum ama senin arada hâlâ şaşkınlığını atamamış bakışlarını hissediyordum. Kalbim o bakışlardan dahi umutlanıyordu Yusuf. Tam gitmeden önce çimenlik olan o boş alana çocuklara pamuk şeker almıştık, içlerinden birisi uçurtma satan amcayı görmüş uçurtma istemişti ve sen o uçurtmayı o çocuğa almıştın. Bana bile pamuk şeker almıştın Yusuf.

Uçurtmayı uçuran çocuk gülümserken  diğer çocuklar da izliyordu daha sonrasında sırayla uçurdukları o uçurtma onların mutluluğuydu. Sonra sana ve bize sıra geldiğini söyledi çocuklar inanabiliyor musun? Onlar dedi ki 'sıra sizde' sana ve bana değil biz. Âh seninle aynı cümle altında, aynı üç harflik bir kelimenin seninle beni içine alabildiğine inanamıyordum. Sonra sen bana bakıp uçurtmayı tuttun. Ben senin tuttuğun o yerin en yakınına tutundum.

Çok yükseğe uçtu Yusuf, hatta o kadar yükseğe uçtu ki bir ara görünmüyordu bile nereden bilebilirdim ki bir bulutun onu sakladığını.

Âh bu satırları yazarken parmaklarım titriyor.

O uçurtmayı tam çocuklara verirken o an Yusuf. Senin avuçlarımda gülün dikenini, yarasını gördüğün o an. Avuçlarımın avuçlarına bırakman o akan kanı avuçlarınla silmen ve tam şunu söylemen. 'Sana gülün dikeni değil, menekşenin kokusu yakışırdı' Dedikten sonra avuçlarıma değen nefesin. Senin yaramı üflüyor oluşun. Bana umudun yakıştığını söylemiştin Yusuf.

Umut eğer avuçlarımda akan kan ise, umut kokmayan o menekşe ise. Umudum vardı Yusuf. Umudum var.

-Altıncı Mektup, Altıncı oyuk. Olmayanın hatırasına. Yedinci mektup kimsesiz bir adamın, kimsesindedir.

Kendine iyi bak lütfen. 🌹

RÂYİHAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin