"YEDİNCİ MEKTUP"

82 20 47
                                    

Pazar.

Sevgili Yusuf.

Sana ağlarken anlatamadığım her kırıklığımın içinde, biraz Annem vardı sanırım.

Belki sırf bu yüzden her gece sen yokken bir Anne'nin evladının başını okşar gibi okşardım saçlarını. Belki sırf bu yüzden bir Anne'nin evladını izlediği gibi kapıdan çıktığın anda evin penceresinden izlerdim seni. Belki sırf bu yüzden Bir Anne gibi kırk yıl sırtımda taşısamda seni gocunmazdım. Belki sırf bu yüzden seni bir Anne'nin evladını kalbinde taşıdığı gibi taşırdım hep. Eğer böyle sevmemi istemezsen, Ben seni evladı gurbette olan bir Anne gibi de severim. Kızmıyorum inan bana, yanımda olmadan da seviyorum.

Yusuf, kaç menekşe intihar eder bulutlarımın üzerinden, kaç koku bir uçurtmanın üzerine sinip özgürlüğü tutsak bulutlarım da arar? Kaç kimsesiz çocuk Annesini ağlayarak ister? Kaç Anne baba kimsesiz çocukların başını okşar? Senin başın hiç okşanmamış Yusuf. Bilirim ben, izleri kalır parmakların. Yarım olur, eksik olur, az olur ama benimle olur kimsesizliğin. Bundan dolayı her gece saçlarında dolaşan parmaklar hissedersen, bir melek fısıldarsa benim için sana, işte o benim ellerim, benim söyleyemediklerimdir.

Her gün olduğu gibi çiçeklerimin içinde değildim, zaten camlarımda senin evine bakmıyordu o gün. Gülümseyen yüzlerinin içinde, ağlayarak ayaklarını delice kalbine bastıra bastıra tepinen çocuklardı onlar. Yusuf, kimsesiz çocukların kimsesi, yine kimsesiz çocuklarmış. Çocuklar bir ellerinde oyuncak diğer ellerinde çiçek çocukların mezarına çiçek bırakıyordu. Her hafta sonu olduğu gibi kimsesiz çocuklarla zaman geçirir, onlara yeni yerler gösterir, oyunlar oynar, en sonunda kimsesiz çocukların mezarlığını ziyaret ederdik. Bu bana babamdan kalma bir alışkanlıktı.

O gün yine öyle bir hafta sonuydu. Çocuklara her zaman çiçek dükkanımdan bahsederdim o gün ilk defa çocuklar dükkanıma gelmek istemişti asla kıramamıştım. Mezarlığa çiçekleri bıraktıktan sonra, küçük avuçlarını göğe açarak bildikleri kadar dua etmişlerdi. İçlerinden birisi biraz sesli okumuştu şöyle demişti; 'Anneler, Babalar sizleri orada çok sevsin' âh nasıl bir ağrıydı o an, o ağrı hâlâ o kadar orada ki, cümle kurulamazdı. Sonra onları dükkanıma getirmiştim. O kadar hayranlıkla, o kadar mutlulukla bakıyorlardı ki, bende onlara çiçeklere baktıkları gibi bakıyordum. Hava kararmaya başlamış hepsinin kucağına bir saksı çiçeği bırakmıştım, sardunya. Biliyordum, büyüyene kadar onlarla olcaktı. Hoş, onlar seneler geçtikçe yaş değil, yara alıyorlardı. Seninde bundan dolayı ger yıl biraz daha yaraların çoğaldı.

Çocukları kaldıkları yerin bir görevlisi almaya gelmiş, bekliyordu. Şimdi sana anlatacağım lakin kelimeleri nasıl toparlayabilirim bilmiyorum. Senin tam o anda aşağı sokaktan gelişini görmüştüm. Ben daha delice atan kalbimin atışını düzenleyemezken içlerinden bir kız çocuğu hızla sana koşmuştu. Daha ne olduğunu anlayamamıştım tam senin olduğun yere adımlayacaktım ki o kız çocuğu adını söyleyerek boynuna atlamış, sana sarılmıştı. Sen ise sarılışına karşılık vermiş kucağına alarak, sarmıştın ve olduğumuz yere doğru adımlıyordun. O an ne denirdi ne yapılırdı asla bilmiyordum. Sanırım bu görüntü kalbime bir yumru gibiydi. Adımların çocukların yanına gelene kadar bir şeyler fısıldamıştın kucağında ki kız çocuğuna. Sonra dizlerinin üzerine çöküp, tüm çocukların başını okşamıştın ve çocukların hepsi seni tanıyordu. Şaşkın değildim, lakin içim savaş meydanında ellerinde çiçeklerle kendini savunan bir kız çocuğunun yeriydi.

Çocukların yüzünde kocaman gülümseme belirirken o kız çocuğu hevesle konuşmuştu. 'Yusuf abi biz bu gün kimsemizin yanına gittik, çiçek bıraktık. Sen bize menekşe getirirsin ama Nazenin abla karanfil getiriyor hep. Sen küçükken seni mezarlığa ziyaret etmeni sağlayan o amcada karanfil ile götürüyordu, bize öyle söylemiştin.' O an anlamıştım o çocuklar senin yaşadığını yaşıyordu, o an anlamıştım yaranı saran elleri hâlâ  bırakmamıştın.

Yutkunup kız çocuğunu dizlerinden yere indirmiş ayağa kalkmıştın. Gülümsemeni söndürmüştün ama bakışlarını hala o kız çocuğunun üzerinden ayırmıyordun. 'Sordun mu onlara, kimsesizin kimsesi olmuş mu?' Âh Yusuf bana daha kaç âh ettireceksin. Tüm çocuklar susmuş, bakışlarını meraklı bir biçimde dolaştırıyordu üzerinizde. Ben mi? Âh ben asla gözlerimi senden ayırmıyor ama tüm çocukları görüyordum. Kız çocuğu cevap verdi. 'Kimsesizlerin kimsesi olurmu ki?' Gözlerin, ateşin içinden bana yaralarını gösteren o gözlerin. Saçlarımın rüzgarla uçuşup, omuzlarına değişi.

Âh Yusuf hâlâ kesmedim saçlarımı. Omuzlarında ki yükleri taşımak için.

Ve senin gözlerime bakarak, saçlarım omuzlarında şunu fısıldayışın. 'Bende olmaz diye düşünüyordum, fakat biliyor musun? Ben kimsesizim ve benim kimsem var ama onun neyi olduğumu bilmiyorum' ve çocuk fısıldadı. 'Kimsesizin, kimsesi oluyor efendim.'

Bakışlarını hatırlıyorum Yusuf. Bakışların bana şunu haykırıyordu. 'Kimsesiz çocuğun, kimsesine ihtiyacı var. Sev onu.'

Durmadım, sevdim. Bir kimsesiz, bir kimsesizi ne kadar çok severse o kadar çok sevdim.

- Yedinci Mektup Yedinci oyuk. Olmayanın hatırasına. Sekizinci mektup çiçeksiz penceresini sulayan o ihtiyarın çiçeklerindedir.

Güzel kal. 💐

RÂYİHAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin