"ONUNCU MEKTUP"

69 17 29
                                    

Çarşamba.

Sevgili Yusuf.

Bak ellerimde kanlı kalem, gittikçe yaralarımın oyuğunu açıyorum sana. Odanın ışığı kapalı bir evin pencere kenarına bir kuş konmuş, Çiçeklerim dile gelmiş, adını sen koymuş.

Hoşgeldin, anlatacaklarım var sana. Otur lütfen, yorulma. Kendine bir çay yap içine bu defa kuşburnu koy. Umarım sıcaktır olduğun yer, senin üşüdüğünü hissediyorum bazen. O an üzerini örtüyorum. Sonra tam uykuya daldığım vakit biri okşuyor saçlarımı. Biliyorum sensin. Nasırlı ellerinden tanırım ben seni.

Yaranın ardından gelen o sancılarım, tren rayının üzerindeymiş gibi bugün. Tren geliyor görüyorum, lakin kalkmaya ne mecalim ne isteğim var. Ben her zaman yirmi iki yaşında bir kız çocuğu olarak sana seni, sana bizi anlatacağım. Lakin bu gün biraz bana beni, sana kendimi anlatacağım. Beni dinlediğini, gözyaşlarımın aktığı yerde kaldırım kenarına oturan bir çocuk gibi durduğunu ve seninde ağladığını biliyorum. Sana ağlama bile diyemiyorum Yusuf. Sanki benim sevgim senin çiçeğin, sulamayı unutuyorsun. Ağlıyorsun. Sonra ben senin gözyaşınla büyütüyorum sevgini ama şunu göze almalısın ki gözyaşları ile büyüdüysem, anca yaranla kapanır kuyum.

Saatin kaç olduğunu bilmediğim bir geceydi yine. Sana yaramaz bir kız çocuğu olduğumu söylemiştim. Evimizin arasında sadece bir yokuş daha vardı. Benim pencerem senin evine bakıyordu, senin penceren ise sadece benim odama bakıyordu. Asla ışıksız uyuyamazdım ve uyumadan önce hep kitap okur, bir şarkı mırıldanır öyle uyurdum. Âh pardon itiraf etmeliyim ki seni görmeden önce de uyumazdım. Sende uyumadan önce pencereye çıkar, kahveni içerdin ama asla kahveni sıcak içmez, gecelere dalardın ve kahveni soğuduktan sonra içerdin. Âh ikinci bir itiraf daha, benim kahvem de hep seninle soğurdu.

Yine öyle bir geceydi. Sen kahveni pencere kenarına bırakmış, kollarında dışarıdaydı. Ben ise perdenin ardında seni senin haberin olmadan izliyordum. Lakin o an bir şey oldu Yusuf. Zaten sen bunu biliyorsun çünkü sen yaptın bunu. Evet, sanki benim başından beri orada olduğumu biliyormuş gibi pencereme baktın. Yusuf, nasıl perdenin ardından çıkıp kapının önüne doğru koştum bilmiyorum. Ellerimi kalbime bırakmış, nefes almaya çalışıyordum âh ne mümkündü nefes alabilmek.

Sanki kalbim, koşmayı henüz öğreniyordu ve yollarım senin kaburga kemiğine takılıyordu, Ben hep senin kalbine düşüyordum. Âh Yusuf. Âh. Âh.

Dayanamadım bakışlarından kaçmaya. Usulca yaklaştım perde arkasına bu defa kaçmayacaktım. Gözlerimi kapatıp açtım ve sana baktım.

Evet, sana baktım. Sen, hâlâ bana bakıyordun. Şu an o ânı hatırlarken kalbim nasıl sıkışıyor bir bilsen. Hiç ayırmamış mıydın gözlerini penceremden? Âh beni gördün. Beni görmüştün.

Yaptım, Perdeyi araladım, seninle göz göze geldim. Âh Yusuf başını arkaya yatırıp, daha da derin baktın bana. Sanki sen bir savaşdın, ben senin üzerine geliyordum ve avuçlarımda senin kalbin var ve tek güvencem kalbin. Seni senin kalbinle yenmek için oradayım yada yenilmek içindi o an bunu kestiremiyordum.

Ne kadar süre öyle durduk? kalbin, bakışların kaç atak bahşetti bana? Saymayı bırakalı çok olmuştu. Elimde ki kitabın kaldığım yerini açmış ve hayatımda ilk defa ışıkları kapatmıştım. İnanabiliyor musun? Hâlâ aydınlıktı etraf ve sende ışıklarını kapattın ellerinde ki kitabın sayfalarını açtın ve bana şunu fısıldadın. Ne dediğini duymuştum Yusuf. Senin bağırmamış olman benim duymayacağım anlamına gelmiyordu.

'Yıldızlar dolaşsın bağrında, kaymasın gökyüzünde. Benim evim yangın'

Ve sana şunu fısıldamıştım.

'Ay hep senin soluğunda, güneş küskün sana. Küssün. Benim evim yangın'

Bugün sana o geceyi anlatmak istedim. Çünkü zaman yaradır derdim ya sana, değildi Yusuf. Yoksa nasıl pencere kenarında gizlice seni izleyen o kız çocuğundan, zaman geçtikçe beraber birbirini izleyen o insanlar olabilirdik?

Ya da zaman bize illa ki yaramızı sevdiriyordu, ya da zaman bizim yaramızı seviyordu.

Biliyordum ki o geceden sonra ben gözlerimi kapadığımda nasıl seni görüyorsam sende beni görüyordun.

Sana güzel şeylerden bahsetmek, sızlayan yarama seni anlatmaktı. Ne zaman ki yaram da bir ferahlık hissetsem, sen gülümsemiş olurdun yaralarıma.

-Onuncu Mektup, Onuncu oyuk. Olmayanın Hatırasına. On birinci mektup kalbini avuçlarında taşıyan kız çocuğunun evidir.

Umarım kendine iyi bakıyorsun

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Umarım kendine iyi bakıyorsun. Lütfen kendine kocaman iyi bak. 🌹

RÂYİHAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin