"ON BEŞİNCİ MEKTUP"

44 13 16
                                    

Pazartesi.

Sevgili Yusuf.

Beyaz bir sayfaya yazmıyorum mektuplarımı artık. Sararmış, tozlanmış eski sayfaların üzerine karalıyorum. Lakin biliyorum ki, adını yazdığım her bir satır da bir ışık düşecek sararmış kağıtlarıma ve ben tam o sen açan ışığın üzerinde kuratacağım çiçeklerimi.

Bir insanın elleri bir Adı yazdıktan sonra titrer mi? Âh affet lütfen Ad dedim lakin hiçbir zaman bir Ad olmadın sen. Evim oldun, kalbim oldun, şiirim oldun. Kimsesizim oldun, Çiçeklerim oldun. Bazen serseri çocuğum oldun, bazen avuçlarımı açamama sebebim oldun, Bazen menekşem, bazen mektuplarım da yaşayan sen oldun ama asla sadece bir Ad olmadın.

Yusuf, sana denizi kurutan o deniz kızını anlatacağım. Sana suları deniz suyundan değil, yara kuyusundan olan o kız çocuğunu anlatacağım. Sana insanın kendi elleriyle doldurduğu kuyusunda da nasıl boğulur onu anlatacağım. Sana boğulduğu o sular da nasıl dans ettiğini anlatacağım.

Âh O gün nasıl bir gündü? Ellerim titriyordu, ayaklarım tutmuyor beni taşıyamıyordu. İçim bir yangının iniydi ve şeytan sol tarafında dans ediyor her bir vuruşunda solum yanıyordu.

Bak bil diye ben yaramı ağrıtarak sana anlatıyorum iki gözüm. Yok, hayır. Sorun değil asla bu. Sana değer.

Yusuf yine çiçeklerimi sularken bir kadın girmişti içeriye. Saçları dağınık, üzeri ıslak. Sanki bir fırtınanın içinden çıkmıştı ve ilk adım attığı yer burasıydı. Gözleri maviydi ama kalp gibi bakıyordu o kadar kırmızı ve yaralı görünüyordu ki, ellerim kalbime götürmüş, korku ile bakıyordum. O an kalbim acımaya başladı. Babamın suratında ki mahvolmuşluğa, ellerinde ki titremeye anlam vermemiştim asla.

Ne zaman o kadının yanına gittim hatırlamıyorum. İçimden engel olamadığım bir his ile avuçlarını tutmuştum o kadar soğuktu ki Yusuf. Benim avuçlarımdan bile soğuktu. O kadın nasıl irkildi ve anında gözleri babamın gözlerini buldu bir saniye içinde oldu farkında bile değildim. Karşımda bir enkaz vardı ve birazdan o enkaz altında kalacağımı, o duvarların beni ardında bırakacağını bilmiyordum.

İlk konuşma gayretini ben göstermiştim. 'İyi misiniz hanımefendi?' âh zaten iyi olmadığını gördüğümüz birine 'iyi misin?' Diye sormak asla doğru değildi. 'Biraz dinlenin lütfen' denilebilirdi. Lakin söylemedim. Başını iki yana salladı. 'Afedersiniz, iyiyim' yusuf, Öyle bir bakıyordu ki, yırtılmış, atılmış sayfaları eksik olan o kitabın içinde ki  hayatını değiştirecek o cümle gibi bakıyordu. Biraz sevilmemiş, biraz da anlaşılamamış gibi'

Babamı hiç sorma Yusuf. Biliyorum konuşabilse o an asla susmazdı ama konuşamadı. O kadın babama baktı, yüzüne baktı gözlerine baktı ve gözleri doldu. Bana baktı, daha doğrusu bakamadı. Neden ki, neden bakamadı.

RÂYİHAWhere stories live. Discover now