20.BÖLÜM: "ÖLÜM ÇİÇEĞİNİN MASALI."

345 66 23
                                    

14.05.2007

Canını en çok sevdiklerin yakardı.

Hastahanenin keskin ve kendini belli eden kalıplaşmış kokusunu yaklaşık yarım saattir solumaktaydım. Yanımda sen olmasaydın çok ama çok daha kötü bir durumda olacağımı biliyordum.

Sana bir roman gibi işliyordum duygularımı. Kelimesi kelimesine yazıyordum hissiyatımı. Belki, kim bilir bir başkasının gözleri değerdi bizden bir romanın sayfalarına. Belki de sevmeyi tadardı kelimelerimizin aşkıyla. Bir roman sayfasında, bizden bir hece kalbini tutuştur da yakıverirdi sevgiyi kalbinde.

Çünkü ben sana baktığım an da yanıyordu içim.

Hastahanenin kapısı bir kitap gibiydi. Bense o kitaba uzanmak isteyen, ciğerci kedisi misali istekle bakıyordum ona. Gözlerimin kıpkırmızı olduğundan emindim. Kalbiminse talan edildiğinden de öyle. Bir ihtilal çıkmıştı orada ve ben kendi çöküşümü izliyordum, saatlerdir.

"Gül adam..." Kısık, ağlamaktan mahzunlaşmıştı ses tellerin.

O kadar çok mu seviyordun ki beni, saatlerdir kollarımda sırf ben ağlıyorum diye canın sökülürcesine ağladın.

"Ağlama lütfen."

Normalde senin her bir sözcüğünü dikkatle dinleyip uygulamaya çalışan ben bu sefer bunu yapamıyordum. İçime bir zift gibi yerleşmiş acının kalbimde bir beşik kurmasını izliyordum. "Olmuyor Lavinia, olmuyor." Göğsüm şiddetle sarsılıyordu. Dudaklarımın üstünde bir gözyaşı damlası dudaklarımın arasını aşıp çeneme doğru yol alıyordu.

Sanki gözyaşı değildi gözyaşlarımdan akanlar; bir çukurdu, ve ben o çukurun içinde dönüp duruyor, karanlığın içinde bir ışık arıyordum.

"Nasıl anlatacağım sana hislerimi." Diyebiliyorum güçlükle. Ellerini omuzlarıma yaslamışsın ve bu bana güç veriyor. "Bana kendini anlatmana gerek yok ki. Sen bana baksan, hiç konuşmasan, ben yine de seni anlarım." Her şeyini kaybetmiş bir adamın çehresiyle dönüyorum yüzüne doğru, yüz ifademi gördüğün an, acıyla kısılıyor gözlerin.

Nasıl bu kadar güzel olabiliyordun ki?

Gözlerin gibi burnun da kızarmıştı. Kirpiklerinin altındaki kurumuş gözyaşlarına içim gide gide baktım. Ellerim muhtaç hislerle yüzüne, gözlerinin altına uzandı. Acıyı söküp almak istedim gözlerinden. Gözyaşlarının değdiği her yeri okşadım parmaklarımla. Ben senin acını da üstlenirdim.

"Canını niçin bu kadar çok sıkıyorsun, çiçeğim?" Kapanmış gözlerin taç yapraklarını aralayarak hareketlendi. "Senin canın bu kadar yanıyorken benim canım yanmaz olur mu?" Gözlerinin altından güçlükle çektim parmaklarımı. Fazla rahatsızlık vermek istemezdim. Soluklanarak devam ettin. "Senin bir canın yansın benim canım bin yanıyor."

Rabbim, sen ne güzel yürek vermişsin.

Seni sevmeme izin verdiğin içinde sana binlerce kez teşekkür ederim.

Bir süre birbirimizin mahvolmuş halini izledik. Yanımızdan sayamadığım kadar beden ve kargaşa gelip geçti. Biz sadece birbirimize bakıp, nefes alıyorduk.

"Oğlum?" Babam doktorun yanından gelmiş olmalıydı. Benden çok daha beterdi ve yüzü on yıl daha yaşlanmıştı. "Annenin tansiyonu düşmüş, iki gün de doğru düzgün yememiş. O yüzden fenalaşmış." Derin bir nefes alabilirdim. Çok büyük bir şeyi yoktu çok şükür.

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin