24.BÖLÜM: "ANKARA'DA GÜNEŞİN DOĞUŞU."

292 65 46
                                    

26.05.2007

Ruhunda bir gün bir güneş doğacak ve o güneş senin hayatın olacak deseler, inanmazdım. 

Üniversitenin son kalan işlerini toparladıktan sonra ikimize birer otobüs bileti almıştım. Ankara'ya, evimize bir kez daha beraber yolculuk yapacak olmak benim için hem stresli hem de mükemmel bir hadiseydi. 

"Lavinia'm?" Üstündeki beyaz, dizlerine kadar uzanan eteğin kırışmış uçlarını düzeltmeye öyle dikkatliydin ki, duymamıştın beni. "Çiçeğim?" Başımı yüz hizana doğru eğdim, dikkatini öyle çekebilmiştim. "Hı?" Şaşkın, tamamen ısırılmak istenecek kadar sevimli bir ifade yapışmıştı yüzüne. "Bir şey mi dedin?" Bulunduğun dünyadan sıyrılmıştın. Elimi sallayarak, "Sen nerelerde geziniyorsun?" Dedim. "Kırışıklıktan nefret ediyorum." Sende de mükemmelliyetçi bir ruh vardı demek. Omuzlarını silktin, elindeki küçük çantayı sıkı sıkıya tutuyordun. 

"Seninle yolculuk yapmak çok keyifliymiş."

"Bunu daha önce düşündün mü?" Başını aşağı yukarı hareket ettirdin. "Hayal etmiştim." Senin hayallerinde kendimden parçaların olması hiç bu kadar mutlu etmemişti. "Seninle Anıtkabir'e gidelim mi Gül Adam?" Kolundaki saate kaydı gözlerim. "Önce otobüse binelim, sonra bakarız, ha?" Çok geçmeden otogara varmış, otobüse binmiştik... 

Otobüsten ineli yaklaşık beş saat olmuştu. Eve geçmiş, biraz yemek yemiş ve başımı yastığa koyduğum gibi uyuyakalmıştım. Birkaç saat sonra, telefonumun melodisi kafama balyozla vuruyormuşçasına sarstı. 

"Efendim." Diyebildim güçlükle. Gözlerim yarı aydınlık, yarı karanlıktı. "Benim." Şu günlerde duymayı en sevdiğim ses tonuydu... Gözlerim hemen açılıvermişti. "Hazırlandın mı?" Heyecanın, kelimelerinin arasındaki boşluklara sızıyordu. "Ne hazırlanması?" Ayaklarım halının ince tüylerine basmıştı. Gözlerimi kırpıştırdım. "Ama sen beni sinir etmeye çalışıyor gibisin... Çabuk hazırlan, seni bizim oraya yakın durakta bekliyor olacağım. Görüşürüz." Son kelimen ağızda dağılan bir sakız gibi uzamıştı. "Görüşürüz."  Telefonu kapatarak gardırobuma doğru uzandım. 

Üzerime siyah bir gömlek, altına her zamanki giyindiğim siyah pantolonu giyindim. Aynaya doğru döndüm. Nasıl göründüğümü merak ediyordum. Yüzümdeki gülümsemeye bakacak olursam, o da halimden mesuttu. Derli toplu, kararında görünüyordum. 

"Oğlum?" Annem kapıyı çaldı, kapı kolu tok bir iniltiyle açıldı. Başımı çevirmeye gerek duymadım çünkü gözlerim annemi aynanın yansımasından seçebiliyordu. "Aa, ne bu hazırlıklar?" Ah anneciğim, sebebini bildiğin suratından anlaşılmıyor mu sanıyorsun? Bilakis benim ağzımdan seninle buluşuyor olacağımı duymak ve yüz ifademin aldığı utancı görmek için bunu yaptığını biliyordum. 

"Anneciğim tahmin ettiğini biliyorum." Şaşırmış gibi yaptı. "Üstüme iyilik sağlık, bilsem sorar mıyım oğlum? Söyle de bilelim bu hazırlıkların sebebini." Kendime aynada son bir kez baktım. Anneme doğru yürüdüm. Ona sarıldım. Başına küçük bir öpücük kondurarak gönlünü aldım. Yüzü parıl parıl parlıyordu. "Buluşmaya gidiyorum." Ah, yanaklarım!  Durur musunuz lütfen! Annemden utanıyor olmam normaldi değil mi? Annemden uzaklaşarak bu halimi saklamaya çalıştım. Annem buna mani olarak, dibimde tıpkı kökünü kesip durduğum ama yine de türemeye devam eden bir otçuk gibi türedi. 

"Kız çok güzel oğlum..." 

Ama anne... Bunları yazarken bile utanan beni, hayal edebiliyor musun can içim? 

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Where stories live. Discover now