24) Pilavcı & Silkelenmek

97 20 4
                                    



Eve girdiğimde tek bir dileğim vardı: Kimseye görünmeden odama gidebilmek.

Fakat tüm dileklerim gibi bu da bana alaycı bir bakış atıp el hareketi çekmiş olmalıydı. Zira normal bir zamanda yerde arasan gökte dolaşan veya gökte arasan yerde takılan babam, her muhatap olmak istemediğim zamanda olduğu gibi dimdik karşımdaydı.

"Merhaba" diyip yanından geçip gitmeyi denedim. Kolumu mengene gibi sıkan ele yakalandığımda sadece denemekle kaldığımı farkettim.

"Aptal mısın sen?" dediğini işittim.

Ceketimin önünü açarken bir yandan sakin olmaya bir yandan da aklımı çalıştırmaya çalışıyordum. Acaba yine hangi yanlışımı yakalamıştı ki böyle ürkünç görünüyordu. Ondan izinsiz onun DNA örneğiyle babalık testi yaptığımı öğrenmişse eğer biliyordum ki çıramı yakardı.

"Anlayamadım. Problem nedir?"

Normalde aptala yattığımda dalga geçercesine gülerdi. Fakat gülmedi bile. Çok ama çok sinirli olduğunun bu şekilde farkına varıp deyim yerindeyse hazır ola geçtim.

"Derin'in beşinci katı seni ağırlamaktan mutluluk duyar." Tehdidini işitmek buz kristalleriyle bezeli bir hava kütlesini solumak gibiydi. Bir anda üşüdüm ve göğsümde acı hissettim. Orası benim çocukluk travmamdı. Bununla tehdit edilmem adil değildi.

"Sorun nedir?" diye ikinci kez sorduğumda bu sefer sesimdeki cesur ton tamamen toz olup hiçliğe karışmıştı. Ah evet bu adam beni nasıl alt edeceğini çok iyi biliyordu.

"Ne cüretle o Keskin piçlerinin evladına gidersin! Nasıl yaparsın bunu ha? Nasıl bir gerekçeyle?"

Omurgamdan soğuk bir ürperti tırmandı. Daha eve yeni gelmiştim ve onun nerede olduğumdan hemencecik haberi olmuştu. Demir Aydoğan'la asla bacak geremiyordum.

Neredeyse ateş saçan gözlerine bakmak istemesem de bakışlarımı kaçırdığım gibi belki de çok daha kötü şeylere maruz kalacağımı bildiğim için kıpırtısız bir şekilde durup göz temasını kesmiyordum.

Omuzlarımdan tutup sıktı. Gittikçe daha çok sıkıyordu. Çelik gibi parmakları etime gömüldükçe acıyı beynimde hissediyordum.

"Cevap ver" diye fısıldadı. Fısıldayışı bağırışından bile daha etkiliydi.

"B-ben..." diye kekeledim. "S-sadece beni davet etmişti. Ve ben de... Evet ben de yalnızca planlarının ne olduğunu öğrenmek için gittim. Tek amacım onu sınamaktı. Silahım da yanımdaydı. Gerçekten..."

Doğru söyleyip söylemediğimi tartmak ister gibi yüzümü inceledi. Sonra da "suratın tıpkı bir yalancının suratı gibi" dedi.

Lanet olsun, hayır. Ben onun gibi bir poker surat değildim ki mimiklerimi ayarlayabileyim. Üstelik onun gibi usta bir kumarbazı mimiklerle kandırmak çok zordu.

"Beni korkutuyorsun çünkü. Üstelik canım acıyor. Çek ellerini." diyip onu ittim. Parmakları etimden sökülür gibi ayrıldı.

"Silahın nerede?" diye sordu. Hapı yutmuştum. Bunun yalan olduğunu gördüğü gibi tüm senaryonun yalan olduğunu anlayacaktı.

"Arabamda" dedim. Parmağımla bahçeyi işaret ettim. Kapıcı arabama binmişti ve arabayı garaja doğru sürüyordu.

Kendimden çok emin bir şekilde tekrardan babama döndüm. "İstersen göstereyim şimdi. Adem Bey'i arayayım getirsin arabayı." Aynı zamanda elimi çantama atıp  sözde telefonumu bulmak için kurcalamaya başladım.

Ve blöfüm işe yaramıştı. "Gerek yok." Elini bana uzatıp çenemi sıktı. "Uyarmama gerek yok sanırım. Ters bir hareketinde bittin sen Almila Aydoğan."

İNTİKAM KASIRGASIDonde viven las historias. Descúbrelo ahora