👉🏻2. Bölüm👈🏻

925 33 2
                                    

Merhaba, ben geldim! ☀️
Nasılsınız?
Ben iyiyim, yeni bir bölümle geldim!
Bölümlerin ne sıklıkla geleceği hakkında Bilgi veremem size, çünkü bunu ben de bilmiyorum. Bazen her gün, bazen iki üç günde bir ve bazende haftada bir gelecek. Müsait oldukça bölüm paylaşmaya çalışıyorum.
Karakterlerin kim olduklarını, görüntülerini Türk oyunculardan seçtim fakat sizlerle paylaşıp paylaşmamakta kararsızım, herkesin bir hayali var çünkü.
Hayali karakterinizle aynı kişiliğe sahip değilse, bu sizi biraz üzebilir.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum, yorumlarda buluşalım.💛
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Yoldan çevirdiğimiz bir taksiye hastanenin adresini verdik, Zerrin teyze ve Yaren çok üzgünlerdi. Zerrin teyze ağlıyordu ve Yaren'e de baktığımda tuttuğu gözyaşlarının olduğunu fark edebiliyordum. Gidip gitmemekte kararsız kaldım, fakat yalnız bırakmanın doğru olmayacağına karar verdim.
Taksi durduğunda, borcu ödeyip hızlı adımlarla hastaneden içeriye girdik ve danışma bölümüne geldik.
"Mert Arsel." Dedi, Zerrin teyze telaşlı bir şekilde.
"Bin sekizyüz kırk birinci oda, üst katta."
Asansöre bindiğimizde elimi Zerrin teyzenin eliyle birleştirdim.
"Lütfen telaş yapmayın ve üzülmeyin. Mert'e hiçbir şey olmayacak, Allah'ın izniyle."
Başını ağır bir şekilde aşağı yukarı salladı.
"Umarım Elifçiğim."
Asansör durdu ve hızlı adımlarla koridorda Mert'in odasını aramaya başladık.
Sonunda odasını bulduğumuzda Zerrin teyze kendini odaya attı.
"Oğlum.."
Hasta yatağında, göğsü sarık bir şekilde yatıyordu.
"Anne!"
Önce annesine, sonra Yaren'e baktı ve en son bakışları beni buldu. Bakışlarımı kaçırdığımda ise kulağım hâlâ konuşulanlardaydı.
"Oğlum nasıl oldu bu?"
Mert hâlâ acı çekiyordu sanırım, çünkü ara ara inlemeleri vardı.
"Çelik yelek giymeyi unuttum anne, var zannederek hareket ettim ve bir şerefsizin ateşine denk geldim."
Yüzümü astım, üzülmüştüm.
"Korkuyorum oğlum, dikkat et artık kendine. Ya sana bir şey olsaydı, ne yapardım ben?"
Mert derin bir şekilde iç çekti.
"Annem, ben askerim unutma. Bu ilk değil, son da olmayacak."
Daha önce kaç kez yaralanmıştı acaba? Düşüncesi bile insanın içini burkuyordu.
Yaren, Mert'in yanına oturup saçlarını okşadığında, hafifçe tebessüm ettim.
"Abim, geçmiş olsun."
Zor hareket ederek elini kaldırdı ve Yaren'in elini tutarak üzerini öptü.
"Sağol birtanem, iyiyim korkma."
Yaren sadece gülümsemişti.
Konuşmak için dudaklarımı araladığımda, bakışları bakışlarımı buldu.
"Geçmiş olsun." Dedim, kelimeleri zor çıkartmıştım ağzımdan çünkü çok üzülmüştüm.
"Teşekkür ederim." Dedi, başını rasgele sallarken.
Tam o sırada telefonum çaldı, arayana baktığımda abimin olduğunu gördüm ve bakışlarım Mert'e kaydı.
"Abim." Dedim ve aramayı cevapladım.
"Fıstığım?"
Burukça tebessüm ettim, birazdan ona kötü bir haber verecektim.
"Abiciğim.."
Mert'in gözleri üzerimdeydi.
"Ne yapıyorsun canım?"
Boğazımı temizledim.
"Hastanedeyim abi."
Mert gözlerini kapattı, ne yani söylemeyecek miydim? Saçma.
"Ne! İyi misin güzelim sen?"
Mert'e baktım, başını belli belirsiz salladı.
"Ben iyiyim abi.." derken Mert elini uzattı, uzattığı eline telefonumu koydum ve kulağına götürüşünü izledim.
"Elif ben kantinden su alacağım, istediğin bir şey var mı?"
Başımı 'hayır' anlamında salladım ve konsantremi Mert ve abimin konuşmasına verdim.
"Kardeşim, iyiyim ben merak etme. Akşam çıkacağım zaten, askeriye de izin verdi iyileştiğim zaman döneceğim korkma."
"..."
"Tamam kardeşim, söylerim."
Telefondaki konuşmaları bittiğinde, elini uzatarak telefonu avucumun içine koydu.
"Barlas bugün geç gelecekmiş, evde yalnız kalmanı istemiyor."
Cevap vermek yerine, başımı sallamakla yetindim.

İki saatin ardından doktor biten serumla birlikte Mert'in çıkabileceğini, ama her gün bandaja gelmesi gerektiğini söyledi. Bana kalsa en azından bir gece hastanede kalmalıydı, ama Mert hastaneleri sevmiyormuş Yaren öyle söylemişti.
Beraber taksiye bindikten on dakika sonra eve varmıştık, Zerrin teyze arabadan inerek Mert'in kolundan destek olarak eve doğru ilerlediler.
"Hadi Elif?"
Başımı onaylamazca salladım.
"Eve gitmem gerekiyor, bir saate gelirim." Dedim ve bir şey demelerine müsaade etmeden bahçeden içeriye girdim.
Duş almam gerekiyordu, ayrıca takside eve dönerken aklıma kek yapmak gelmişti, hastaya ziyarete bir şeyler yapılırdı çünkü.
Önce gerekli malzemeleri çıkarttım, muzlu çikolatalı ve kakaolu bir kekti bu.
Muzu püre hâline getiriyordun, damla çikolatayı tereyağıyla birlikte eritip harca katıyordun. İçinde sıvı yağ, süt, su falan yoktu.
İnternette gördüğüm bir tarifti ve bir gün denemek istedim, herkes hazır kek zannetmişti ve çok beğenmişlerdi.
Keki fırına verdikten sonra hemen duşa girdim, kekin pişmesi otuzbeş, kırk dakikaydı ve ben de çoktan çıkmış olacaktım.
Duştan çıktığım gibi, havluyu belime sarıp mutfağa girdim. Mutfak harika kokuyordu! Fırını kapattım ve elime bez eldiven giydikten sonra fırından keki çıkartıp servis tabağına ters kapattım.
Gardırobumun önüne geldiğimde ise kıyafetlerime bakıyordum.
Turuncu bisiklet yaka, fakir bol kol uzun bol bir tişört giydim ve altıma ise siyah İspanyol paça pantolon. Yakışmışlardı birlikte.
Saçlarımı kurutarak tepeden öylesine bir topuz yaparak mutfağa indim ve servis tabağındaki kekin üzerine peçete örterek, vestiyerdeki anahtarları alıp evden çıktım.
Zerrin teyzelerin bahçelerinden içeriye girip zile bastım ve sadece iki dakika sonra Yaren kapıyı açtı.
"Hoşgeldin, elindeki ne?"
Mutfağa geçerken, salonda uzanan Mert'e kısa bir bakış attım.
"Kek yaptım." Dedim, mutfak tezgahına bırakırken.
"Üstünü niye örttün?"
Yaren fazla soru soruyordu, daha doğrusu fazla meraklıydı.
Bu sırada Zerrin teyze mutfağa geldi.
"Buraya gelirken biri görür, canı çeker diye üstünü kapatayım dedim."
Zerrin teyze gülümsedi ve arkasını dönerek kekin üstündeki peçeteyi kaldırdı.
"Çok güzel kokuyor, neyli bu?"
Dudaklarımı ıslattım.
"Muz, çikolata, tereyağı ve kakao var içerisinde."
Yaren tek kaşını kaldırarak baktı yüzüme.
"Normal kekin için hiç tereyağı katmamıştım."
Başımla onayladım.
"Ben de, ama bu tarife bayıldım. Tereyağı ve çikolatayı birlikte eritiyorsun. Çok güzel oluyor, inşallah beğenirsiniz."
Zerrin teyze sıcak bir şekilde gülümsedi.
"Beğeniriz Elifçiğim, isterseniz çay demlenene kadar beraber yanına kısır ve kurabiye de yapın."
Yaren sorarcasına yüzüme baktığında, başımı belli belirsiz salladım.
"Starbucks kurabiyeye ne dersin?" Diye sordu, yaren.
"Onun dolapta bir saat beklemesi gerekiyor, bence un kurabiyesi yapalım."
Elini havaya kaldırıp salladı.
"Olabilir, o halde sen kurabiye yap ve ben de kısır."
Başımla onayladım ve malzeme istedim.
Elde ettiğim hamuru şerit haline getirip, bıçakla çapraz çapraz kestim ve üzerine çatal batırarak şekil verdim.
Fırından çıkan un kurabiyelerin üstüne pudra şekeri serptiğimde ise bakışlarım Yaren'e kaydı.
Nar ekşisini katıyordu.
İşi tamamen bittiğinde tabaklara koyarak salona geçtik.
Mert uzandığı yerden doğrularak sırtını koltuğun kolunun önündeki yastığa iyice yasladı ve dikleşti.
"Ben hep mi vurulsam? Bebekler gibi bakılıyorum."
Bu sözü kaşlarımı çatmama sebep olmuştu, vuruluyor olmasını bile dalgaya vuracak birimiydi gerçekten?
Yaren Mert'in bacağına vurdu ve önündeki kısırdan bir kaşık aldı.
"Keki sen mi yaptın?"
Yaren'deki bakışlarımı Mert'e çevirdim ve başımı ağırca salladım.
"Evet."
Mert'le konuşurken, merdivenlerden çıkıp nefes nefese kalan ya da koşup nefes nefese kalan insanlar gibi hissediyordum kendimi.
Bakışlarımı kaçırıp, önümdeki tabağa çevirdim ve tabaktaki tatlı kaşığını alıp kısırdan aldım.
"Pul biber var mı?" Dedim, bakışlarım Zerrin teyzeyi bulurken.
"Var Elif, dur ben getireyim."
Tabağımı sehpaya bırakıp ayağa kalktım.
"Hiç zahmet etme Zerrin teyze, ben alırım."
Yüzünde oluşan gülümsemeyi gördüğümde, ben de refleks bir şekilde gülümsemiştim.
"Altta ince uzun bir çekmece var orada."
Adımlarım mutfağı bulurken önce su içtim, söylediği gibi kenarda ince uzun bir dolap kapağı vardı, kendime çektim ve raf gibi dizili baharatları gördüm, aralarından pul biberi bulup çekmecelerden küçük bir kase aradım, sonunda minik sosluklardan bulduğumda içine döktüm ve bir tane de çay kaşığı alıp sosluk tabağın içine koydum. Pul biberi aldığım yere geri koyarak, elimdeki küçük sosluk tabakla içeriye geçtim ve sehpanın üzerine koyarak yerime oturdum.
"Zahmet etmişsin, Elifçiğim."
Ağzıma attığım bir kaşık kısır bittiği zaman konuşabilmiştim.
"Ben acı çok seviyorum, acıyı her şeyde kullanıyorum. Siz de kısıra atmak istersiniz diye sosluk tabağa koydum."
Gözüm Mert'e iliştiğinde kekimi eline aldı ve ardından bir ısırık attı.
Gözlerimiz buluştuğu zaman, ona baktığım için kendimi yakalanmış gibi hissettim ve bakışlarımı kaçırdım.
"Ellerine sağlık, çok sevdim."
Yutkundum.
"Yaren'e tarifini veririm, çok sevdiysen."
Boğazını temizledi.
"Senin el lezzetin girmiş buna, istediğim zaman sana söylerim."
Bakışlarımı kaçırırken, başımı da belli belirsiz salladım. Zerrin teyze ve yaren birbirlerine bakıyorlardı, çok utanmıştım!
"Un kurabiyesini de Elif yaptı, abiciğim."
Bakışlarım Yaren'i bulurken, bana sırıtarak baktığını fark ettim ve dudak büktüm.
"Belli."
Çayım bittiği zaman biten çaylar var mı diye baktım, Mert ve Yaren'in çayı bitmişti. Ayaklandığım fark edilince Yaren ayağa kalkmıştı ve bana oturmamı işaret etmişti.
"Ben koyarım çayları."
Onaylayarak geri oturdum ve kekimden çatal yardımıyla bir parça kesip ağzıma atmıştım. Gerçekten çok güzel olmuştu..
"Bunlar gibi şeyler yapmayı seviyorsun sanırım."
Zerrin teyzenin sesiyle, bakışlarımı ona çevirdim.
"Annem mutfaktayken ben de hep yanına gider, yaptığı yemeklere yardım eder ve ardından hamur işleri yapardım. Annem beni mutfakla büyüttü, biraz da benim içimden geliyormuş küçüklükten beri hep mutfaktaymışım."
Gülümsedi.
"Ne güzel, annenden bir şeyler kapman çok güzel. Yarın öbür gün evlendiğinde bu seni zorlamaz."
Bir şey dememiştim, sadece başımla onay verip mutfaktan elinde çaylarla gelen Yaren'den çayımı almıştım.
Çayımı yudumlarken, oluşan sessizliğe kendimi öyle bir odaklamışım ki, çalan zil korkup irkilmeme sebep olmuştu.
"Çocuklar gelmiştir, ben şimdiden sizi yalnız bırakayım ve Sevgi'ye geçeyim. Bugün onda toplanacağız."
Bir şey dememize müsaade etmeden, çalan kapıyı açıp gelen Ekin ve Irmak'ı karşılayarak evden çıkmıştı.
"Hoşgeldiniz." Dedi Yaren, ayağa kalkıp Irmak'a sarılarak. Ekin'e ise uzaktan baş selamı vermişti, Ekin'e baktığımda gülümsediğini gördüm.
"Mert, iyi misin? Nasıl oldu bu olay?"
Mert huzursuzca yerinde tepindi.
"Her zamanki şeyler Ekin, boşver iyiyim ben." Dedikten sonra önündeki tabağı gösterdi.
"Elif kek yapmış, yer misiniz?"
Irmak'la bir iki saniye bakıştık ve ardından omuz silkerek ayağa kalktım.
"Biz kızlarla ayarlayalım mutfakta."
Yaren'in sözü üzerine ayağa kalktım, arkamdan da Irmak'ın kalkmasıyla mutfağa girdik.
Boğazımı temizledim.
"Irmak, neden öyle baktın bana?"
Hafiften sırıtır gibi oldu, ama sonra yüzü tepkisiz bir hâl aldı.
"Hiç, öylesine."
Gözlerimi kısarak baktığımda ise bakışlarını kaçırmıştı.
"İçeriye geçiyorum ben." Dedim ve salona geçtim.
Ekin ve Mert gülüşerek bir konu hakkında konuşuyorlardı, konuyu anlamadığım için sessiz kalkıp dinlemeyi tercih ettim.
"Mert, evlen de artık sıra bize gelsin kardeşim."
Gözlerim irileşirken, bakışlarımı salona giren Yaren ve Irmak'a çevirdim.
"Ben de diyorum abime, yenge istiyorum diye ama dinleyen yok!"
Bakışlarım yeniden Mert'i bulduğunda ise göz devirdi, bu hâli kıkırdamama sebep oldu. Mert kıkırdayışımı duyduğunda gözlerini gözlerime çevirdiğinde ise dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Açıkçası.." dedi ve sustu.
Gözleri hâlâ üzerimdeydi.
"Askerim ben, neden bir anne babanın biricik el bebek, gül bebek büyüttüğü ve üzülmesine kıyamadığı kızını alıp kendime eş yapayım? Ben görevden gelmediğimde, aradığında ulaşamadığında, yaralandığımda acı çekmesine nasıl müsaade edeyim? Yapamam ben, bu yüzden evlenmeyeceğim."
Kaşlarımı çattım, yanlış bir düşünceydi bu.
"Yanılıyorsun." Dedim, kararlı çıkan ses tonunda.
Herkesin bakışları üzerimdeyken, yerimde rahatsızca kıpırdadım.
"Neden eşin asker eşi olmanın gururunu yaşamasın? Neden eşin, senin sayende gerçekten olgunlaşmanın asıl anlamını öğrenmesin? Asker eşi olmak, sadece eşim acaba bugün sağ salim eve dönecek mi diye düşünmek mi? Yanılıyorsun. Asker eşi mertebesi kadar, şehit eşi mertebesi de gurur verici. Bunun dünyada ve ahiretteki değerini bilmeden burada gelip konuşman doğru değil, ayrıca söylediklerin yanlış değil ama sadece yanılıyorsun."
Dedim ve devam ettim.
"Askersin diye aşık olmayacak mısın? Askersin diye bir kadın sevilmeyecek mi senin yüzünden? Mutlu olmayacak, mutlu edemeyecek misin? Asker olmanın gururunu bilen birisin, neden bu gururu sevdiğin kadına da yaşatmayasın ki?"
Başımı iki yana salladım, ben haklıydım.
Gözlerimin içine bakıyordu, ben konuşurken bir an olsun birbirimizden çekmemiştik bakışlarımızı.
Başıyla onayladı.
"Haklısın, ama ben kıyamam sevdiğim kadına."
Gözlerimi kapattım, bir iki saniye öyle kaldım ve sonra açtım.
"Anlamıyorsun, asıl kıyamamak bu değil! Sen sana aşık olan kadını yaşarken öldürmüş olacaksın onu kalbine kabul etmezken, kıymış olacaksın işte."
Yutkundu.
Haklıydım, bunu anlamıştı.
"Mert, babamla halletmemiz gereken birkaç işimiz var. Kendine dikkat et, geleceğim tekrar." Dedi ve bana döndü.
"Kusura bakma, konuşurken sana da ayıp oldu ama arayıp duruyor. Görüşürüz!"
Başımı belli belirsiz salladım.
"Sorun değil, görüşürüz."
Ekin çıkarken, onunla birlikte Irmak'ta çıkmıştı. Restoranını fazla boşta bırakmak istememişti, aslında patrondu ama başında duruyordu yine de.
Telefon çalmasıyla oluşan sessizlik bozulmuştu, çalan telefon Yaren'e aitti.
"Efendim anne?"
Mert gözlerini kısarak Yaren'in, Zerrin teyzeyle olan konuşmalarını dinliyordu.
"Tamam anne."
Telefonu kapattıktan sonra ayağa kalktı ve telefonunu arka cebine koydu.
"Annem beni çağırıyor, gelirim hemen."
Bana bakarak söylediği söze, başımla onaylayarak yanıt verdim ve soğumuş olan çayımdan son yudumu alıp sehpaya bıraktım.
Mert'le yalnız kalmıştık.
Çay bardaklarını mutfağa götürdüm ve makinanın içine yerleştirdim.
"Elif?"
Mutfak kapısından başımı uzatıp salonda oturan Mert'e baktım.
"Efendim?"
"Su getirir misin?"
Bir şey demeden raftan büyük bir bardak alarak içine soğuk ve normal karışık su koyup içeriye geçtim.
Yattığı yerden doğrulmaya çalıştığını fark ettiğimde hemen yanına gittim ve arkasındaki yastığı düzeltip, işini kolaylaştırdım.
"Sağol." Gülümsedim ve karşı koltuğa oturdum.
"Az önce dediklerinde haklıydın."
Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"İleriye gittiysem kusura bakma."
Başını 'hayır' anlamında salladı.
"Söylediklerini kısaca düşündüm de, birine aşık olursam bir gün ve onun da bana aşık olduğunu anlarsam ondan uzak durmam, ona sadece acı verecek."
Omuz silktim.
"Bunları düşünmemelisin şu an, zamanı geldiğinde düşünürsün. Gerçi sevdiğin bir var mı bilmiyorum, birine aşık olursam bir gün dediğin için böyle söyledim."
Başıyla onayladı.
"Küçük kız çocuğu gibi gözüküyorsun uzaktan, ama içinde olgun ve güçlü bir kız var."
Başımı eğerek gülümsedim.
"Polis kardeşiyim, güçsüz olmak yakışmaz."
Dişlerini göstererek sırıtmıştı.
Bu şekilde sırıtması ona çok yakışıyordu, bence yüzünden neşeyi hiç eksik etmemeliydi.
"Kaç kez?" Dedim ve devam ettim.
"Yani kaç kez yaralandın?"
Çekingen bir şekilde sormuştum bu soruyu.
Omuz silkti.
"Bilmiyorum ki, belki onu geçti."
Dudak büktüm.
"Nasıl dayanıyorsun?"
Gülümsedi.
"Vatan aşkı."
Duyduğum sözle en içten bir şekilde gülümsedim.
"Kendine dikkat etmelisin, vatanın sana ve senin gibilere ihtiyacı var."
Başıyla onayladı.
"Bir ölür bin diriliriz biz, evelallah hiçbir şey olmaz bize."
Alt dudağımın iç kısmını ısırdım.
***
"Fıstığım çok yorgunum, hemen uyuyacağım."
Abim iki gündür gece gidiyordu emniyete, nöbete kalıyormuş ve yapılacak çok yoğun işleri varmış. Gece evde olmadığı için yalnız uyumaya korkuyordum açıkçası ve Yaren'i çağırıyordum yanıma.
Abimin gece evde olmayışını sevmeyecektim hiçbir zaman sanırım, ben evde yalnız kalmayı pek sevmiyordum açıkçası.
"Tamam abiciğim, iyi uykular."
Abim üst kata gittiğinde ben de kitabımı ve kahvemi alarak bahçeye çıktım.
Kahvemi yudumlarken bir anda içimden Mert'lerin evine bakmak geldi ve başımı kaldırıp, tam da odasının camı olduğunu öğrendiğim yere baktım.
Perde kapalıydı.
Neden bakıyorsam?
Başımı indirecektim ki, terasta olduğunu ve beni izlediğini fark ettim.
Ona yakalanmıştım!
Elimi havaya kaldırarak el salladım, başıyla karşılık verdi.
Açmış olduğum kitabımı okuyacaktım ki bu kez de kapıdan bavullarla çıkan Zerrin teyze ve Yaren'e gözüm ilişti ve refleks olarak kaşlarım çatıldı.
Nereye gidiyordu bunlar?
Bahçe kapımı açıp sokağa çıktım ve evlerinin önüne geldim.
"Zerrin teyze, yaren? Hayırdır inşallah?"
Yaren göz devirdi ve bu demek oluyordu ki cevap vermeyi es geçti.
"Dört beş günlüğüne memlekete gitmemiz gerekiyor Elif, ben de sana gelecektim."
Kaşlarımı çattım.
"Neden gelecektin?"
Terasta olan Mert'e baktı.
"Bizim bu Mert bizim yokluğumuzda bandaja gitmeyecek ben biliyorum, sen onunla gitsen diyorum? Bir de Mert benden başka kimsenin elinden kolay kolay yemek yemez, ama senin yaptığın kek ve kurabiyeyi yedi. Diyeceğim o ki, biz yokken hazır yemesin, yaptıkça bir tabak oğluma da getir."
Başımla onayladım.
"Söylemenize bile gerek yok Zerrin teyze, asıl siz iki günde tanıdığınız bana güvenip böyle bir şey teklif ettiğiniz için ben teşekkür ederim."
Gülümsedi.
"Abin seni anlata anlata bitiremedi, melek gibi bir kız olduğundan bahsetti hep. Görüyorum zaten Elifçiğim öylesin, güvenmemek elde değil."
Utanmıştım.
"Teşekkür ederim Zerrin teyze."
Sonra Yaren'le sarılıp vedalaştık ve Mert'lerin evine sırtımı dönüp eve geldim.
Kahvem soğumuştu, ben de alıp içeriye geçtim ve musluğa döküp fincanı da yıkadım.
Üzerimi değiştirip Mert'le birlikte bandaja gidecektik.
Gerçi Mert'in bundan haberi yoktu ama, öğrenecekti.
Beyaz üzerinde bisiklet resmi olan bir tişört ve tarçın rengi efil efil yazlık bol bir pantolon giydim. Saçımı düzleştirip sadece yeşil gözlerimi belirginleştirmek için rimel sürdüm ve çantam, anahtarım ve telefonumla beraber evden çıkıp, Mert'lerin evine doğru yürüdüm.
Abime haber vermeme gerek yoktu, uykusunu bölersem bir daha uyuyamayacağını biliyordum çünkü.
Zile bastım, bir iki dakika sonra şaşkın bakışlarıyla açtı kapıyı.
"Selam, hadi hazırlan bekliyorum." Dedim, enerjik çıkmaya özen gösteren ses tonumla.
Kaşlarını çattı.
"Sebep?"
Bandaja gitmesi gerektiğini unutmuştu yani?
"Bandaja?
Göz devirdi.
"Giderim ben bir ara, boşver."
Arkamı döndüm ve bahçedeki masanın sandalyelerinden bir tanesine oturdum.
"Bekliyorum!" Diye seslendim ve cevap bile vermesini beklemeden arkamı döndüm.
Birkaç saniye sonra kapı kapandığında, ister istemez kıkırdamıştım.
Kapı tekrar açıldığında, altı pantolonlu üzerinde hâlâ aynı tişört olan bir Mert'le karşılaştım, kaşlarım ister istemez çatılırken yanına gittim.
"Niye doğru düzgün giyinmedin?" Göz devirdi ve kolumdan tuttuğu gibi içeriye çekti, arkamdan da kapıyı kapattı.
Ben ne olduğunun anlamazken yine beni tutarak yukarıya odasına çıkarttı.
"Tişörtümü giyemiyorum."
Salak kafam, göğsü bandajlıyken nasıl giyecekti. Çıkartamıyordu ki giysin!
Başımı belli belirsiz salladım.
Şimdi üzerini çıkartacaktım değil mi?
Titremeye başlayan ellerim tişörtünün uçlarını tuttuğunda, bakışlarım da tişörtündeydi. Açıkçası bu durumda olduğumuz için utanmıştım.
Tişörtünü dikkatli, canını acıtmamaya özen gösterecek şekilde çıkarttığımda dağılmış olan saçları bakış açıma girdi ve hafifçe tebessüm ettim.
Dağınık saç bile yakışıyordu diye geçirdim içimden.
"Canını yakmadım değil mi?" Dedim, cılız çıkmıştı ses tonum.
Başını sallamakla yetindi ve yatağının üzerindeki mavi tişörtü verdi.
Tişörtü de dikkatli bir şekilde giydirdim ve üzerini düzelttim.
Saçlarının daha beter dağıldığını fark ettiğimde bu defa kıkırdadım ve elimi saçlarına daldırarak düzelttim.
Daha sonra ne yaptığımı fark ettiğimde, ateşe dokunmuş gibi elimi çektim.
"Saçlarını dağınık görünce, kusura bakma." Dedim ve bakışlarımı kaçırdım.
"Sorun değil."
Odasından çıktım ve aşağı indim, Mert'te arkamdan geldiğinde evden çıkarak arabasına bindik.
"Kullanabilecek misin?"
Başıyla onayladı.
"O kadar kötü değilim, dert etme."
Göz devirdim, bu adam hastalığın hiçbir çeşidini kafaya takmıyordu sanırım? Adam vurulmuş dert etme diyor!
"Vurulmuş, dert etme diyor." Başımı cama çevirirken  sessiz bir şekilde fısıldadım.
"Duydum seni." Dedi, sesine bakılırsa gülüyordu.

BAŞKA BİR AŞKWhere stories live. Discover now