👉🏻7. Bölüm👈🏻

499 10 0
                                    

Merhaba arkadaşlar, öncelikle söze bir soruyla başlamak istiyorum. Medya'ya YouTube'dan şarkı ekleyemiyorum, sorun ne bilen var mı? Uzun zamandır yükleyemiyorum, sadece bende mi sorun var yoksa hikaye yazan diğer kişilerde de mi var?

Bugün nasılsınız?
Ben iyiyim.
Bölüme başlama tarihim yirmiyedi Ağustos perşembe ve saat beşi bir geçiyor.
İyi okumalar dilerim.
Yorumlarda buluşalım. 🥰
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Sağ omzuma gelen top, yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Her kim attıysa canım çok yanmıştı ve bunun 'yanlışlıkla' olmadığı sürece, bir karşılığı olacaktı.
Başımı sağa ve sola döndürerek, topu kimin atmış olduğuna baktım.
Herkes kendi hâlindeyken, Mert'in kıkırdayarak ve pis bir şekilde yüzüme bakıyor olduğunu fark ettim. Gözlerimi kısarak baktım bir iki saniye ve sonrasında ise başımı aşağı yukarı, onaylar biçimde ve 'sen görürsün' anlamında salladım.
Adımlarını hızlandırarak yanıma geldi, eğildi ve topu aldı.
"Canımı acıttın." Dedim, yanımdaki bakışları umursamadan.
Omuz silkti.
"Kös kös oturacak mısın gerçekten? Bunun için mi geldik pikniğe?"
Elimle Irmak ve Yaren'i gösterdim.
"Herkes oturuyor, neden gözüne ben batıyorum? Ayrıca ne güzel üç erkek top oynuyorsunuz, rahat bırakın bizi, beni!" Dedim, imalı bir ses tonunu kullanarak.
Gözlerini kısarak baktı bir iki saniye ve sonra bakışları annesine kaydı.
"Anne, şu kızlara bir şey söyle lütfen. Oturmaya gelmediler buraya!"
Zerrin Teyze ellerini havaya kaldırdı, bu 'ben bilmem' deme şekliydi.
"Siz oynayın abi, biz sohbet ediyoruz." Yaren'in sözüne başımı onaylayarak karşılık verdim.
"Ne bitmek bilmeyen sohbetmiş, sürekli dedikodu! Nereye kadar, ben bilmem!"
Dil çıkarttım.
"Dedikodu değil canım o, kişilik analizi."
Birden ciddileşip yüzüme baktığında, sebebini sonradan fark etmiştim.
"Lafın gelişi kullandığım söze takılmana gerek yok, ayrıca oynamayı bırakın ve babalarınıza yardım edin. Izgara başında yandı adamlar, nasıl erkeksiniz?" Dedim imalı, dalga geçercesine.
Tek kaşını kaldırdı.
"Siz de nasıl kadınsınız Elif hanım, salata kadınların işidir fakat ben ortada bir şey göremiyorum?"
Kaşlarımı çattım.
"Erkenden yapınca su salıyor!"
Göz devirdi.
"Siz kadınların her şeye bir cevabı var, gerçekten sizinle asla laf yarışına girilmez."
Güldüm.
"Çok konuşmak erkeklere yakışmaz, ızgara başına geçte işlev görelim."
İkimiz de gülüyorduk, ciddi değildik ve şakalaşıyorduk.
"Elif, abimle çok güzel anlaşıyorsunuz." Sesinden, dalga geçtiği açıkça belli oluyordu.
"Sorma, çok iyi anlaşırız!"
Zerrin Teyzeyle bakışlarımız karşılaştığında bana anlamlandıramadığım bir şekilde baktığını fark ettim. Sevgi vardı, ama çok sıcak bakıyordu ve daha önce hiç böyle bakmamıştı kimse bana. İçten içe o bakışlara ağlayasım gelirken, utanıp bakışlarımı kaçırmıştım.
Etler pişmeye başlarken oturduğum yerden kalktım ve masanın yanına giderek, üzerineki piknik sepetinden tahta, bıçak ve salata için gerekli malzemeleri çıkarttım.
"Elif, sen otur istersen ben yaparım."
Başımı onaylamaz bir biçimde iki yana salladım.
"Hayır." Dedim ve Mert'e doğru baktım.
Bana doğru bakıyordu ve sırıtıyordu.
"Ben halledebilirim." Diye devam ettim ve önümdeki soğanı doğramaya başladım.
Bakışlarım Mert'e kaydığında, elindeki maşayı abime verdiğini gördüm. Ne yapmaya çalıştığına bakarken, yanıma doğru geldiğini fark etmemle göz bebeklerim irileşti. Abim varken ne yapmaya çalışıyordu bu adam?
Yanıma geldi ve doğramaya başladığım salatalıktan, bir parça alarak ağzına attı.
"Kolay gelsin."
Yan bir bakış atarak işimi yapmaya devam ettim.
"Sağol." Dedim.
"Sen bana alındın mı?"
Başımı kaldırarak, yakınımda olan Mert'in yüzüne baktım.
"Hayır, sadece herkesin yanlış anlamasına sebep oluyorsun." Dedim.
Kaşlarını çattı.
"Ne yanlış anlamasından bahsediyorsun? Aramızda bir şeyler var Elif ve bunu 'yanlış' olarak mı adlandırıyorsun?"
Göz bebeklerim tekrar irileşirken, başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.
"Saçmalama, sevgili olduğumuzu düşündüklerini kastettim ben. Sevgili değiliz sonuçta? Ayrıca annenin yanında utanıyorum ve burada abim var. Son olarak, abim buraya doğru geliyor!" Bakışlarımı Mert'ten çekip, salatayı yapmaya devam ettim. Mert ise yine bir parça salata ağzına atarak, abimin yanımıza gelişini izledi.
"Kolay gelsin, Fıstığım." Yanağımı sulu bir şekilde öpmesine sinirlenmeme rağmen tepki vermemiştim.
"Teşekkür ederim, abiciğim."
Bakışları Mert'i buldu.
"Kardeşim, et pişirmekten mi kaçtın acaba?" abimin tek kaşı kalkıktı ve bu soruyu ciddi bir şekilde sormuştu.
Mert ise başını belli belirsiz salladı.
"Izgara başında terledim, salata malzemeleri soğuk olduğu için ağzıma birkaç tane atmak istedim."
Yalan söyler gibi bir hâli yoktu, ya gerçekten doğruluk payı vardı ya da yalan söylemeyi iyi beceriyordu.
"Tamam, bittiyse serinlemen yanımıza gel."
Mert yine belli belirsiz bir şekilde başını salladı ve sonra hiç konuşmadan beraber ızgaranın yanına gittiler.
Salatayı tamamen hazırladıktan sonra iki üç tane tabağa koydum ve masanın ortasına, belirli yerlere koydum.
"Salata hazır!" Dedim, herkesin duyabileceği ses tonunda.
"Etler bitmek üzere, herkes masaya geçebilir."
Bahadır amcanın sesiyle, Kızlar ve Zerrin Teyze oturdukları yerden kalkarak yanıma geldiler ve hep beraber masaya geçtik.
Herkes masaya geldiği zaman içecekleri de koymuştuk.
"Herkese afiyet olsun, herkesin ellerine sağlık." Bahadır amcanın sözüyle herkes yemeğine başladı ve sessizce önlerindeki yemekleri yediler.
***
"Elif!"
Sessizce, gölün kenarına oturmuş gölün o rüzgardan dolayı küçük dalgalanmalarını izlerken, sessizliğimi koruyordum ve sessizliğimle birlikte olan yalnızlığımı bozan ses, irkilmeme sebep olmuştu.
Başımı omzumun üzerinde çevirdim ve sesin sahibine baktım, gördüğüm yüzün sahibi yüzümü gülümsetmişti.
Bir şey dememiştim ve o da bir şey demeden yanıma gelerek, benim gibi oturmuştu.
"Gözlerinin yeşili koyulaşmış." Dediğinde, bakışlarım gözlerini buldu.
"Öyle mi?"
Başıyla onayladı.
"Yeşillerle bir aradasın, bu gözlerinin koyulaşmasana sebep oluyor. Çünkü aynı renkteler.."
Tebessüm ettim ve başımı yere eğerek, bakışlarımı kucağımda sabitledim.
"Başını omzuma koyar mısın?"
Gelen soru, beklemediğim bir soruydu. Başımı omzumun üzerinde çevirerek, sorunun sahibine baktım.
Bir şey demeden kendimi ona biraz daha yaklaştırarak, başımı omzuna koydum.
Derin nefes aldım, o an.
İsterdim ki, başımı göğsüne koyayım ve o muhteşem kalp atışını hissedeyim..
Bunu anlamış gibi, başımı omzundan uzaklaştırdı ve bana daha çok sokularak başımın göğsüyle boynu arasında kalmasını sağladı.
Çok güzel kokuyordu.
Adem elmasının hareket ettiğini gördüğümde yutkundum, çok güzeldi.
Gözlerimi kapattım ve kokusunu içime çektim. Saçlarımla oynamaya başladığında gülümsemiştim.
"Sen saçlarımla oynarsan, ben uyurum."
Erkeksi bir şekilde kıkırdadı.
"Boynumda değil de, dizlerimde uyumanı isterim."
Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım.
"Ben de."
Ne zaman koyduğunu bilmediğim belimdeki elini biraz daha sıkarak beni kendisine daha çok yaklaştırdı.
"Bizim için ne düşünüyorsun, Elif?"
Sorduğu soruyu beklemediğim için afallamıştım.
"Anlamadım?"
Kendini benden ayırdı ve gözlerimin içine baktı.
"Yani biz şu an birbirimizi tanıyoruz, sonra bir ilişkimiz olursa şayet, senin için ciddiyeti nedir bunun?"
Kaşlarımı çattım.
"Bunu bilmem lazım, çünkü ben bir kadınla öylesine birlikte olmam, hayatıma öylesine almam kimseyi ve ben hayatıma kolay kolay birini de almam, tanışırım tanıdıktan sonra devam ederim ya da etmem. Şimdiye kadar tanıdıktan sonra devam ettiğim olmadı, kendime ve aileme uygun bulmadım kimseyi. Ben şayet aramızdaki şey ciddileşirse, seninle sevgili kalmak değil, evlenmek isterim. Geleceği konuşmak için çok erken henüz ama bunu bilerek devam edelim yolumuza Elif."
Ne zannediyordu? İki üç takılıp, sonra herkes kendi yoluna diyeceğimi falan mı? Aptal çocuk.
"Seninle takılıp, sonra herkes kendi yoluna diyecek değilim ben Mert. Üniversitem bitene kadar evlenmeyi düşünmüyorum ayrıca, eğer her şey güzel gider ve iş evliliğe giderse, üniversite bitince evleneceğiz."
Başını onaylamaz bir biçimde salladı.
"Altı yıldan bahsediyoruz, saçmalama istersen? Altı yıl gönül mü eğlendireceğiz?"
Resmen tartışıyorduk!
"Yüzük takılır elbet, sorun bir yüzükse takarız. Ama altı yıldan önce evlenmem, okul hayatımı etkiler."
Ayağa kalktı, elini saçlarının arasından geçirdi. Sinirlenmişti, halbuki sinirlenmesi için gerekli bir şey yoktu ortada.
"Ben altı yıl gönül eğlendirmem kimseyle, uzun bir zaman. Bir seneye yakın birbirimizi tanırız söz nişan düğün derken iki senenin sonunda evlenmiş oluruz. Benim isteğim bu!"
Kaşlarımı çattım, ben de onun gibi oturduğum yerden kalkarak karşısına geçtim.
"Peki ya benim isteklerim? Hayallerim? Doktor olacağım ben Mert, çocuk doktoru! Seven bekler, seven değil altı sene on sene bile bekler. Beklemem diyorsan şimdiden başlamadan bitsin her şey! Yazık, çok yazık!"
Ben onu beklerdim, bekleyeceğim de.. Asker o, gün gelecek aylarca dönmeyecek, gün gelecek yaralanacak, gün gelecek gece beni uykumda bırakıp göreve gidecek ve ben bekleyeceğim, bekliyorum da. Günlerce gidiyor, dönmüyor. Sabırla onu bekliyorum, dualarımla.
Tek bir kelimesini bile dinlemeden uzaklaşırken, bize bakan abimi gördüm. Duymuştu, her şeyi duymuştu! Umursamadım, sinirliydim ve akan gözyaşımı elimin tersiyle silerek Yaren'lerin yanına gittim.
"Yaren, ben gidiyorum."
Kaşlarını çattı.
"Nereye ya? Saçlamalama, daha közde mısır yiyeceğiz, çay içeceğiz."
Omuz silktim.
"İyi hissetmiyorum kendimi."
Arkama doğru kaydı bakışları.
"Abimle bir şey olmuş, evet evet abimle aranızda bir şey olmuş!"
Başımı arkaya çevirip baktım, gözlerinde pişmanlık olduğu kadar öfke de vardı.
Bakışlarımı Mert'ten çekip yeniden Yaren'e çevirdim.
"Gidiyorum ben Yaren, konuşuruz sonra." Dedim ve abimin yanına gittim.
"Arabanın anahtarını verir misin? Eve gideceğim."
Abim arabanın anahtarını avucuma bıraktığında Mert yanımıza gelerek avucumdaki anahtarı aldı.
"Saçmalama Elif, hiçbir yere gitmiyorsun."
Abim sert bir şekilde bir bana, bir de Mert'e bakıyordu.
"Sizin aranızda her ne var bilmiyorum ama, burada annen ve baban var Mert! İkinizle de sonra konuşacağım, şimdi kim ne yapıyorsa onu yapsın." Abim sakinliğini korumaya çalışarak, sinirli çıkan ses konuyla konuşmuştu.
"Elifçiğim, gitme bir yere. Günümüz güzel başladı, kötü bitmesin." Zerrin Teyze'nin kibar çıkan sesini duyduğumda bakışlarımı yüzüne çevirdim, bana 'lütfen' der gibi bakmıştı.
Burukça gülümsedim.
"Pekâlâ."
Yavaş adımlarla Zerrin Teyze'lerin oturduğu örtünün üstüne oturdum, Yaren ve Irmak ne olduğunu sorarcasına yüzüme bakıyordu, başımı belli belirsiz salladım. Zerrin Teyze varken anlatamazdım bunları!
"Hadi kızlar, çaylarınızı alın da şöyle bir gezinin siz."
Zerrin Teyze'nin yüzüne baktım, anlamıştı işte! Yine de bu kadar anlayışlı olduğu için hem şaşırıyordum hem de mutlu oluyordum.
Keşke Mert'te birazcık nasibini alsaymış annesinden!
Karton bardaklara koyduğumuz çayları elimize alarak, yeşilliklerin içine doğru yürüdük.
"Neler oluyor, Elif?"
Derin bir nefes alıp verdim ve herkesten uzakta bir yere geçtiğimize emin olduğumda, banklardan birine geçip oturdum.
"Biz Mert'le birbirimizi tanıma kararı aldık, bunu size hiç anlatmadım çünkü tanımakla mı kalırız yoksa ilerisi olur mu bilemediğim için gizlemek istedim."
İkisi de birbirine bakıp, göz devirdiler.
"Aranızda bir şeyler olduğu açıkça belliydi zaten."
Göz bebeklerim irileşti.
"Gerçekten mi?"
Başını aşağı yukarı hızlı bir şekilde salladı, omuz silktim ve devam ettim.
"Bugün ilerisi hakkında konuştuk, evlilik konusu açıldı ve ben de üniversite bitmeden evlenmeyeceğimi dile getirdim, altı seneden bahsediyoruz dedi ve kızdı. Tartıştık işte, uzun bir süreymiş falan. Ben hem evlilik hem okul yapamam kızlar, işin içine çocuk girme ihtimali de var ve ben üçünün de altından kalkamam. Açıkça söylemedi ama resmen altı sene bekleyemem seni dedi. Üzüldüm gerçekten, ben beklerdim ve bekliyorum da. Mert'in mesleği askerlik, gidiyor aylarca ve bazen haftalarca dönmüyor. Döndüğünde bazen yaralı bazen sapasağlam geliyor ve ben bekliyorum. Ben Mert'i evlendikten sonra bile sonsuza kadar, bir gün yaşlanıp emekli olduğunda işi bırakana kadar bekleyeceğim ama Mert beni altı sene bekleyemiyor. Çok kırıldım, çok üzüldüm."
Sonra derin bir nefes aldım.
"Mert'in neden böyle davranmış olduğunu tahmin edebiliyorum." Irmak'ın sözüyle, tek kaşım havalanmıştı.
"Neden?"
"Mesleğinden dolayı, ya bir gün şehit olursam korkusu var. Kendi için değil bu korku, sevdikleri için."
Yüzüm yumuşarken, bakışlarım Yaren'i buldu.
"Sen ne düşünüyorsun?" Dedim.
Bıkkınca bir nefes verdi.
"Sen haklısın, abimin kızmaması gerekirdi. Ne olursa olsun birbirinizi kırmadan, bağırmadan konuşmalıydınız ama Irmak'ta haklı. Abim bir ailesi olsun istiyor, biz onun ailesiyiz ama o kendi ailesini kurmak istiyor. Tehlikelidir Asker olmak, şehit olacak diye bir kural yok ama görevi açısından şehitlik hep ön planda, eşi ve çocukları olsun istiyor."
"Asker olmak, şehit olmak demek değil. Ölüm var, ölüm herkese var ve herkes ölecek. Sadece mertebesi şehitlik olacak, ölüm vakti ne zamansa o zaman ölecek Mert'te herkes gibi. Asker, polis ya da normal bir insan hiç fark etmez. Asker olmak ölümünü öne almıyor ya da normal bir insanın ölümü uzamıyor, anlatabiliyor muyum? Ölüm Allah'tan, bunu asker olmak ya da doktor olmak belirlemiyor."
Sinirlenmiştim.
İkisi de birbirlerine baktılar, ben onlardan beni haklı bulmalarını isteyemezdim. Birinin abisi, birinin yakın arkadaşı.
"Haklısın bu konuda Elif, ben abimle konuşacağım."
Kaşlarımı çattım.
"Hayır, birilerinin konuşmasıyla hatasını anlayacaksa istemiyorum bunu! Biraz uzak kalalım, beni anlayacağına inanıyorum." Dedim, öyle umarak.
***
Mert'ten;

BAŞKA BİR AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin