18. Bölüm

169 2 0
                                    

Bölüm biraz geç geldi fakat elimde olmayan sebeplerden dolayı gecikti. Umarım geç geldiğine değecek bir bölüm olur sizin için!
Bugünün tarihi ondokuz Aralık ikibinyirmi cumartesi ve saat sabah on buçuk.
Sizin bölümü okumaya başladığınız tarih nedir?
Yorumlarda buluşalım!
İyi okumalar.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
"Ben geldim, Elif." Dediğinde ağzım kapalı olduğu için cevap verememiştim, çok korkmuştum. Beni kaçıracağına inanmıştım ve çok korkmuştum. Konuşmaya çalışmıştım ama eli ağzıma sıkı bir şekilde kapandığı için bu pek mümkün olmamıştı. İnandığım gibi de olmuştu işte.
"Seni kaçıracağım, fakat senin kılına bile zarar gelmeyecek. Benim derdim, Mert'le!"
Kaşlarımı çattım ve elini ittirmeye çalıştım, olmadı. Gücüm yetmemişti ona..
Beni alıp götürdüğünde ise zorla da olsa arkama bakmaya çalıştığımda net bir şeyler görememiştim.
***
Üzerinden üç gün geçmesine rağmen hayır, Mert beni hâlâ bulamamıştı. Mehmet beni kaçırdıktan yirmi dakika sonra telefonum çalmıştı, Mehmet kapatmıştı telefonumu tamamen. Üç gündür küçük bir prefabrik tarzı bir evdeydim ve ellerim bağlı sandalyede oturuyordum.
"Sana bunu yapmak istemezdim, ama kaçacağını biliyorum ve buna izin veremem Elif!" Her gün söylediği şeylerin onda biri buydu işte.
"Sen nasıl bir insan olmuşsun, dönde bir bak aynaya! Benim tanıdığım Mehmet nerede? Ne oldu ona! Sen bir karıncanın canına bile kıyamazken 'kasap' lakaplı can alıcının teki olmuşsun! Yazık, çok yazık!"
Sinirlendirmiştim, hızlı bir şekilde bana doğru yaklaştığında elini de kaldırmıştı. Gözlerimi kapatmıştım, Mehmet'in dönüştüğü canavarı görmek istemiyordum. Mehmet bana vurmak için elini kaldırmıştı, benim arkadaşım olan Mehmet! Artık bir terörist olan Mehmet!
Gözlerimi açtığımda yanımda değildi, merak etmedim. Cehennemin dibine kadar yolu vardı.
"Aç mısın?"
Bir şeyler yiyeceğimi mi düşünüyordu sahiden?
Soğuk bir şekilde güldüm.
"Değilim." Dedim, sert bir tonda.
"Elif, üç gündür yemek yemiyorsun! Yiyeceksin! Ben sana zarar vermek istemiyorum!"
Gözlerimi kapattım ve sakinleşmeyi beklerken derin nefesler alıp verdim.
Sonra birden kafamı yukarıya kaldırdım ve öfkeli bakışlarımı gözlerine sabitledim.
"Sen beni kaçırarak bana zarar verdin zaten, senin kalbimde olan yerine zarar verdin. Hep küçücük, ufacık bir ihtimal senin eskisi gibi olduğuna, içinde bir yerlerde hep o iyilik kırıntısının kaldığına inanmıştım, yanılmışım. Seni tanımıyorum ben, sen yabancısın. Kimsin sen? Kim!"
Kaşlarını çattı ve yanımdan gitti, sinirlendirmek istiyordum onu ama o bana cevap vermek yerine çıkıp gidiyordu her seferinde ve sinirlenen yine ben oluyordum.
Elinde benim telefonumla geri döndüğünde kaşlarım çatık bir şekilde ona baktım.
"Şifreni söyle!"
Omuz silktim.
"Mert'i arayacağım, söyle!"
"Üç bin yediyüz ondört."
Rehberimden Mert'i bulduğunda telefonunu kulağına götürdü.
Sonra kulağından çekti ve ekranda bir yerlere bastığında hoparlörü açtığını anlamıştım.
"Elif!"
Gözlerim doldu.
"Mert!" Dedim, sesim titremişti.
"Mert, nasılsın yakışıklı?"
Kaşlarımı çattım.
"Şerefsiz!"
"Şştt, hiç yakışmıyor böyle kelimeler sana!"
"Ne istiyorsun lan? Elif'i bırak, onun ne suçu varda onu kaçırdın? Korkaklığının arkasına sığınıp Elif'i kaçırmak yerine, adam gibi karşıma çıksaydın ya? Pardon, adam dedim! Sen adamın a harfi bile olamazsın! Çabuk bana Elif'in yerini söyle!"
"Amma tatava yaptın! Kes sesini!"
Ağlamaya başlamıştım.
"Elif nerede?" Diye sormuştu Mert, kelimeleri bastıra bastıra.
"Yanımda." Dedi, alayla gülerek.
Aptal.
"Seni elime geçirdiğim an, öldüreceğim!"
Güldü.
"Bak duydun mu Elif? Öldürecekmiş. Ya sen ölürsen peki? Düşündün mü yakışıklı? Aşkına kavuşamadan ölürsen?"
Sonra birden ciddileşti.
"Her neyse!" Dedi ve boğazını temizledi.
"Elif'le bir derdim yok, ona zarar vermeye niyetim yok."
"Neden kaçırdın o zaman, alçak?!"
Mehmet yüzüme baktı, gülerek.
Bu haraketi kusma isteğime sebep olsa da bastırdım.
"Şu elimizden sizin yüzünüzden kaçırdığımız füzeler var ya yani yakışıklı? İki kamyon? Onları bana teslim edersen, Elif'i sana sağ olarak veririm."
Gözlerim Kocaman büyüdü.
"Hayır Mert, böyle bir şey yapma." Diye araya girdim.
Mehmet yanımdan uzaklaşırken en son 'Yeri ve saati mesaj atarım.' Dediğini duymuştum.
Benim için görev dışında bir şey yapmaya değmezdi. O bahsettikleri şeyin Mehmet'in eline geçmemesi gerekiyordu, bu yanlıştı.
***
Dürtüklendiğimi hissettiğimde gözlerimi zar zor açtım, başım ağrıyordu. Uyumak istiyordum ve bir daha hiç uyanmak istemiyordum.
"Efendim?" Dedim, sert bir tonda.
"Gidiyoruz."
Kaşlarımı çattım.
"Nereye?"
Soğukça sırıttı.
"Sen Mert'e ve ben de füzelere kavuşacağım."
Aynı şekilde sırıttım.
"Sen, Mert'in o füzeleri sana vereceğini mi zannediyorsun?"
Başıyla onayladı.
"Senin için her şeyi yapar."
Kahretsin!
Ellerimi çözdü, ellerim iplerden kurtulunca bileklerimi ovdum. Çok acıyorlardı!
Bileğimi tuttu ve evden çıkartıp kapıyı açıp arabasına oturttu.
Sert davranışı karşısında homurdanma isteğimi bastırmak istedim ama ben hiçbir tepki vermeden sessizce Mert'e kavuşmayı bekliyordum.
Kaç dakika geçti bilmiyorum, belki de bir saat olmuştu bile ve beni getirdiği yerin çok uzak bir yer olduğunu fark ettiğimde sinirlenmiştim, Mehmet'i öldürme isteği vardı içimde ve buna engel olamıyordum.
"Belki de seni bırakmamalıyım."
Söylediği şeyle birlikte kısa bir şokla gözlerimi kocaman açarak ona doğru döndüm.
"Ne diyorsun sen be! Beni bırakacaksın, anlıyor musun?"
Başını olumsuz anlamda iki yana salladı.
"Sen beni hep kardeşin gibi gördün, ama ben seni hiç görmedim."
Kaşlarımı çattım, bu konuşma mide bulandırıcı bir yere gidiyordu.
"Sus! Duymak istemiyorum seni, saçmalıyorsun sadece."
Dudaklarını ıslattı ve bana doğru dönüp kısa bir bakış attı.
"Seni hep sevdim ben, çocukken de sevdim ve şimdi de seviyorum."
Gözlerim dolmuştu, onun sevgisini istemiyordum.
"Sen bir canisin, katilsin Mehmet. Katiller sevgi nedir bilmez, birine karşı iyi duygular beslemeyi bilmezler anlıyor musun? Sen, sen sadece nefret etmeyi bilirsin. Sen öldürmeyi ve öldürürken aldığın zevki bilirsin sadece."
Cevap vereceği sırada telefonu çaldı, bakmaya çalıştığımda bir yazı görmüştüm evet.
"Kral Bey." Yazıyordu ekranda.
Kimdi bu kral bey?
"Buyrun efendim?"
Tasmasını tutan kişi!
"..."
"Füzeleri aldığım gibi buluşma adresine geleceğim efendim, evet."
"..."
"Kızı mı?"
Bir an afalladı? Neler oluyordu?
Kızı mı derken? Kast ettikleri kimdi? Ben miydim?
"Başta böyle anlaşmamıştık, efendim!"
Gerilmişti, yüzü sararmıştı birden bire.
"Yapmayacağım, füzeleri alacağım ve geleceğim."
"..."
"T-tamam."
Kaşlarım çatık bir şekilde Mehmet'i dinliyordum, onu anlayamıyordum. Neyden bahsediyorlardı?
Mehmet telefonu kapattı ve bakışlarını yola sabitledi, sonrasında benimle hiç konuşmadı.
Yaklaşık onbeş dakika sonra arabayı durdurmuştu, etrafa baktığımda çok güzel bir arazi kenarında olduğumuzu fark ettim.
Başka zaman olsa ve yanımda Mert olsa arabadan inerdim ve araziye doğru koşardım.
Çok güzeldi çünkü!
Mehmet arabadan indi ve benim olduğum tarafa geçip kapıyı açtı.
"İn."
Göz devirdim.
Tam da o sırada yanımıza yaklaşan bir arabayı fark ettim, hatta iki araba.
Arabadan indiğimde Mehmet'in bileğimden tutmasıyla olduğum yerde çivilenmiş gibi kaldım.
Gelen araba Mert'in arabasıydı!
Arabanın kapısı açıldı ve Mert arabadan indi.
Nasıl da özlemişim, yanına gidip sarılmak istiyordum.
Sakalları çıkmış, bakışları yorgundu. Allah bilir yokluğumda uyku nedir bilmemişti. Sanki birkaç günde yaşlanmıştı, ne ona bensizlik ne de bana onsuzluk yaramamıştı.
Biz birbirimiz olmadan bir hiçtik artık, bunu anlamıştım.
Burukça tebessüm ettim.
"Mert..." dedim, cılız çıkmıştı sesim.
Sarılmak istiyordum.
Gözlerim doldu, ağlamaya başladım. Gözyaşlarımı tutmak istemiyordum, tutamıyorum da zaten.
"Yakışıklı? Hoşgeldin."
Mehmet'in ses tonu her zamanki gibi soğuk ve dalga geçer gibiydi.
"Yalnız gelmişsin, Mehmet? Yoksa bir yerlerden köpeklerin saklanıyor mu?"
Mert'te aynı şekilde cevap vermişti, soğuk.
"Yalnız geldim, öyle anlaştık değil mi Mert?"
Kaşlarımı çattım.
"Elif'i bırakmadan, füzeleri vermeyeceğim."
Başımı çevirip Mehmet'e baktım, tek kaşını kaldırmış alayla sırıtıyordu.
"Füzeleri görmeden, Elif'i sana vermem."
Yanındaki kamyonu gösterdi.
"Füzeler burada, istersen gel ve bak?"
Gerçekten füzeleri getirmiş miydi? Benim için değer miydi gerçekten?
O füzelerle kaç cana kıyacaklar, kaç ailenin ocağına ateş düşürecekler Mert tüm bunların farkındaydı değil mi?
Nasıl yapar bunu?
Kaşlarımı çattım.
"Mert füzeleri teslim edecek misin gerçekten? Yapma bunu." Diye bağırdım.
"Senin için her şeyi yaparım, Elif." Kaşlarımı çattım.
"Hayır, bu değil!"
Mehmet'in boğazını temizlemesiyle ona döndüm.
"Kavuşunca bol bol konuşursunuz, susun! Bana füzeleri göster, Mert."
Mert eliyle gel işareti yaptı.
Kamyon Mert'in arabasının hemen yanındaydı.
Mehmet yanımdan ayrıldı, büyük ve hızlı adımlarla kamyona doğru ilerlerken ben beni bırakmış olduğuna hem şaşırdım hem sevindim.
Mert'e baktım, bana bakıyordu o da.
Koşarak Mert'in yanına gittim.
Bu kadar mıydı?
Kavuşmuş muyduk?
"Elif!"
Tam Mert'e sarılacaktım ki Mehmet'in sesini duydum.
"Ben füzelerle beraber buradan ayrılmadan Mert'e kavuşmayacaksın, yanıma gel."
Kaşlarımı çattım.
"Hayır!"
Elini arka tarafına attığında silahını çıkaracağını anlamıştım, Mert'in elini tuttum.
"Bana istemediğim şeyler yapmak zorunda bırakma."
"Öldür." Dedim ve devam ettim.
"Öldür beni."
Afalladı.
"Ben ölümden korkmuyorum, Mehmet. Öldür beni, hadi!"
Eli titredi.
"Ne oldu?" Dedim, alayla sırıtarak.
"Hani sen 'kasap' lakaplı bir caniydin? Kimseye olmayan acıman, bana mı var? Kimseye olmayan vicdanın bana mı sadece?"
Yutkundu.
"Füzeleri al ve git Mehmet, o silahı indir."
Bir süre bana ve Mert'e baktı ve sonra kamyona doğru ilerledi.
Kamyonun arka tarafına geçerken, ben Mert'e kızgınlık dolu bakışlarla bakıyordum.
"Füzeleri nasıl verirsin?"
O sırada Mehmet'ten sesli bir küfür işittim.
"Neler oluyor?" Dedim.
Mert güldü ve elimi tutarak beni kamyonun arkasına doğru ilerletti.
Kapılar açılmış ve Mehmet'in karşısında tam olarak yedi tane Türk askeri vardı! Elinde silahlarla bir dizlerini kırmış bir şekilde Mehmet'in tam karşılarındalardı.
Gülümsedim ve Mert'e hayran dolu gözlerle baktım.
"Buraya kadarmış Mehmet, adalete teslim olma vakti!"
Bunu yapmayacaktın!" Derken elini yine silahına atıyordu ki, Mert bir adım öne gitti.
"Karşında yedi tane silahlı asker dururken, silah çıkartmak gibi bir hata yapma. Üzülen sen olursun!"
Küfür etti.
Kamyondaki askerler kamyondan inerken yüzlerine baktım, bunları tanıyordum. Mert'in hem en yakın arkadaşları, hem de timindeki askerlerdi.
Ateş cebinden çıkardığı ne olduğunu bilmediğim plastiğe benzer şeyle Mehmet'in ellerini bağlarken buna gülümseyerek baktım.
"Güzelim, yorgunsun biliyorum ama önce emniyete gidip ifade vermen gerekiyor. Abin de orada, ona ifade vereceksin ve sonra hep beraber eve döneceğiz. Ama ondan önce sana sarılmak istiyorum."
Sarıldık, hem de sımsıkı. Buna o kadar ihtiyacımız varmış ki, bunu şu an fark etmiştim.
Sanki bir bütün olmak ister gibi, sımsıkı sarmıştı beni.
Sonra birden ayrıldı benden ve ellerini yanaklarıma koyarak dudağımı öptü.
Koparmak ister gibi, sert bir şekilde öptü. Hasret kalmış gibi, sanki çölde susuz kalmış gibi.
***
"Farklı bir durum olmadı yani? Bak fıstığım, iyi düşün. Vereceğin küçük bir bilgi bile bizim için çok önemli!"
Düşünüyordum ama hayır, Mehmet benim yanımda hiçbir şey konuşmuyordu ki!
Bir dakika!
Tabi ya!
"Hatırladım! Arabada biriyle konuştu, biri aradı ve telefonda 'Kral Bey' yazıyordu."
Abim Mert'e baktı.
"Kim lan bu Kral?"
"Kim olacak, tasmasını tutan kişi!"
"Bizim bu kral denen kişiye ulaşmamız gerekiyor! Bu görev sizde Mert, bulun ve adalete teslim edin."
Mert başıyla onayladı.
"Erdem yarbayla konuşacağım."
Sonra bana döndü.
"Sen abinle git eve Elif, benim bu konuyu yarbayla konuşmam gerekiyor. Birkaç saate yanına geleceğim, tamam mı?"
Başımla onayladım.
Abimle odada baş başa kaldığımızda abime sarıldım ve ağladım.
"Çok korktum abi."
Saçlarımı okşadı.
"Biz de öyle, seni göremeyeceğiz bir daha diye perişan olduk. Annem ve babam kahroldu."
Gözümden akan yaşı sildim.
"Eve gidelim abi, annemle babamı görmek istiyorum. Onları çok özledim!"
Yanağımı okşadı.
"Artık hep beraberiz, gidelim tabi."
Emniyetten çıktık ve otoparkta park hâlinde olan abimin arabasına geçtim.
Başımı cama yaslayıp eve varana kadar yolu izledim.
Yaklaşık onbeş dakika sonra mahalleye girdiğimizde gözlerim doldu, mahalleyi bile özlemiştim.
Abim arabayı durdurduğunda hızlı bir şekilde arabadan indim ve koşarak evimizin bahçe kapısına açarak içeriye geçtim. Duvardaki zile bastığımda ise sanki kapının arkasında beni bekliyorlarmışçasına kapı hemen açılmıştı.
Annemi karşımda yorgun, uykusuz ve ağlamaktan şişmiş gözlerle gördüğümde hâli hazırda akmayı bekleyen gözyaşlarım akmıştı.
Ayakkabılarımı çıkarttığım gibi içeriye, annemin kollarına attım kendimi.
"Annem!"
"Yavrum!"
Gözyaşlarımı tutamıyorum, çok özlemiştim annemi!
Allah kimseye aile acısı çektirmesin, aile yokluğuyla kimseyi sınamasın dedim o an içimden. Bu çok farklı, çok kötü bir duyguydu.
Evlendiğinde en azından evliyim diyorsun o sebeple uzaksın anne babandan, ama ölüm ya da buna benzer şeyler çok farklı. Tesellisi yok!
Babama sarıldım.
Dağ gibi babam yıkılmıştı.
Allah kimseyi evlat acısıyla, anne baba acısıyla sınamasın. Çok ağır, çok fazla ağır bu his.
Herkes buradaydı.
Herkese bir bir sarıldım, Zerrin teyze bile yıkılmıştı. Annem gibi, mahvolmuştu.
Bahadır amca bile ağlamış, göz kapakları şiş duruyordu.
Yaren, Irmak, Ekin...
Hâlleri perişandı.
Ölüden farksız gözüktüler gözüme.
Ne çok sevenim varmış, ne çok değer veriyorlarmış bana.
Annem ve babam ortasına oturtmuş, bir an olsun beni yanlarından ayırmıyorlardı. Zerrin teyze ve Bahadır amca gözlerimin içine bakıyorlardı.
Herkes benden çıkacak bir çift sözü bekliyordu, sessizce yüzüme bakıyorlardı.
"Orada kaldığım süre boyunca, Mehmet'e karşı her ne kadar güçlü gözükmeye çalışsam da çok korktum. İçten içe çok endişeliydim, Mehmet'in beni öldürmesinden şüphelendim. Allah yukarda, ölümden bir gram korkum yok. Benim korkum geride bırakacağım sevdiklerim için, sizleri düşündüm. Sizleri bir daha görememe korkusu sardı her bir yanımı, ama şükür ki buradayım. Mert'in ve abimin canı pahasına olsa da beni kurtaracağını biliyordum. Psikolojik olarak çok yıprandım, çok yoruldum. En yakın arkadaşımın 'kasap' lakaplı terörist olması bir yana, kaçırılmış olmam diğer yana. Bunlar benim için çok fazla, olması gerektiğinden daha fazla. Biliyorum, bunlar az bile. Benim bu yaşadığım, şahit olduğum şeylerin daha fazlasını yaşıyor abim ve Mert, daha fazlasına şahit oluyor. Ben bir yola çıktım, ben bir karar verdim sonuçta ve ben Mert için tüm bunlara razı gelip katlanacağım. Asker eşi olmak kolay değil ve ben öğreniyorum. Mert'le bu sebepten dolayı bir kez ayrıldık, olmadı yapamadık. Birbirimiz olmadan yapamayacağımızı biliyoruz, bu sebeple şimdiden söylüyorum Mert benim için bana ayrılık gibi şeylerle gelirse cevabım kesinlikle hayır. Mert'i asla yalnız bırakmayacağım, ölümle burun buruna da gelsem, ölüm sebebim de olsa asla ama asla bırakmayacağım. Mert'in bana, benim Mert'e ihtiyacım var."
Uzun konuşmuştum.
Başımı kapıya çevirdiğimde Mert'in orada olduğunu ve beni dinlediğini fark ettim.
Yanıma geldi, ben de ayağa kalktım.
Elimi tuttu.
"Senden beni sadece ölüm ayırabilir." Sonra sıkı bir şekilde sarıldı, ben de karşılık olarak kollarımı omuzlarına sardım.
Sonra kendimi Mert'ten ayırarak, bizi izleyen gözlere döndüm.
"Şimdi izninizle duş almak ve sonra da uyumak istiyorum. Günlerdir sandalye tepesindeyim, yatağımda dinlenmek istiyorum." Dedim ve sonrasında oturma odasından çıkarak kendi odama girdim ve sonrasında ise odamdaki banyoya yöneldim.
En ihtiyacım olan şey buydu işte.
Suyu açtım ve sonrasında üzerimdekilerden kurtulup kendimi sıcağa yakın ılık akan suyun altına attım.
***
Bir Hafta Sonra;

BAŞKA BİR AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin