2.BÖLÜM

4.1K 469 790
                                    

"Eylül ayındaydık ve eylülde Antalya'ya kar yağmazdı!.."

Aradan üç gün geçmiş olmasına rağmen zihnimde hala aynı cümle dönüp duruyordu. Ne haberlerde ne de sosyal medyada üç gün önce tüm Türkiye'yi beyaza boyayan kara dair bir şey kalmamıştı. Herkes kaldığı yerden günlük yaşantısına dönmüş olsa da ben hala aynı yerdeydim: Neden? Neden oluyordu tüm bunlar?

"Kızım çayın bitmiş. Kendime alırken sana da getireyim mi?"

Annemin sesiyle kendime gelirken, elimde kalakalan boş bardağa döndüm ve mahcup bir ifadeyle bardağımı anneme uzattım. Son günlerde artan dalgınlıklarımın onu iyiden iyiye endişelendirdiğinin farkındaydım fakat bunları onunla paylaşamazdım. Yalan söylememek içinse susmak ve problemlerimi kendi içimde çözmek zorundaydım. Yine de onunla dertleşmeyi özlediğimi kabul ediyordum.

"Annem?"

"Efendim kızım?"

"Ne kadar oldu seninle şöyle uzun uzun dertleşmeyeli?"

Annem çayımı önüme bırakırken gözlerini üstümden çekmeden usulca yerine oturdu. Çayına attığı iki kaşık şekeri karıştırırken "Ne zamandır uzun uzun dertleşmediğimizi bilmiyorum ama senin üç gündür hiç iyi olmadığını biliyorum." dedi.

Derin bir nefes alıp usulca bırakırken "İyiyim. Gerçekten iyiyim. Sadece..." kısa bir es verdikten sonra devam ettim.

"Sadece aklıma takılan bazı şeyler var ve bunların tamamını seninle paylaşamıyorum. Beni anlamayacağını düşündüğümden değil, anlatamayacağımdan..."

"Şimdiye dek sabırla bekledim Beria. Daha da beklerim, biliyorsun."

"Biliyorum annem biliyorum..."

Gülümserken bir elim boynumdaki kolyeye kaymıştı. Annemin de uzun zamandır bu kolyenin nereden geldiğini merak ettiğini biliyordum. Hatta bir keresinde sormuştu da fakat bir hediye deyip geçiştirdiğimde üstelememişti. Ona güveniyordum. Anlattığım ya da anlatacağım hiçbir şeyi başkalarıyla paylaşmazdı. Fakat Elementa'ya dair şeyleri yine de onunla paylaşamazdım.

Büyülü güçlerim olduğunu, istediğim taktirde zihninden geçenleri okuyabildiğimi, ateşin beni yakmadığını ya da aslında bir savaşçı olduğumu ve benimle derdi olan bir ordu adamın varlığından ona bahsedemezdim. Tüm bunları bilmek, ona fayda sağlamayacağı gibi huzurunu kaçırıp her an benim gibi diken üstünde yaşamasına sebep olmaktan öteye de geçmeyecekti. Yine de sustuklarımın aramıza ördüğü duvarı inceltebileceğim kadar inceltmeye gayret etmek istiyordum.

"Özlüyorum anne... Kendime bile itiraf etmekten kaçsam da özlüyorum."

Sesim titremişti ve omuzlarımın düşmesine mani olamamıştım.

"Orayı mı yoksa orada yaşayanları mı özlüyorsun?"

'Ora' diye kast ettiği yer sözde dayımın yanıydı. Neresi olduğunu bilmemekle ve orada neler yaşadığımı da asla tahmin edememekle birlikte, geri dönen kızın eski Beria olmadığını bildiği gibi orada beni derinden etkileyen şeyler yaşadığımı da fark edebilmişti. Ne de olsa anneler her şeyi bilirdi. Çocukları üzüldüğünde bunu onların gözlerinden okurlardı. En azından benim annem böyleydi ve ben tam da bu yüzden, onunla oynadığım tüm saklambaçları kaybetmeye mahkumdum.

"Sanırım orada yaşayanları... Benim için hiçbir zaman mekan önemli olmadı ki anne. Kişilerdi kıymet verdiğim, özlediğim. Şimdi de öyle."

"Öyleyse neden tekrar gitmeyi denemiyorsun? Birkaç gün daha kalır gelirsin? İdare ederim ben tek başıma. Neydi dayının adı? Altemur'du değil mi? Ona ulaşabileceğimiz herhangi bir numara ya da adres yok mu elinde?"

AYKIRI: 4 BAŞLANGIÇWhere stories live. Discover now