4.BÖLÜM

4.1K 492 829
                                    

"Yağmur kokulu soğuk adam... Soğukların Efendisi ve kalbimden geçen tüm cümlelerin silinmez mürekkebi... Pamir. O... Burada! Karşımda..."

Hayatta öyle anlar vardır ki ne iyi ne de kötü diyebilirsiniz. İki zıt kutup şiddetle çarpışırken içinizde, patlamanın şiddetiyle tüm bildikleriniz savruluverir karanlığa. O anda elinizi kolunuzu nereye koyacağınızı şaşırır, keçilerinizi olmasa bile kalbinizdeki tüm kelebekleri kaçırırsınız. Başınızdan aşağı kaynar sular dökülür fakat siz buz gibi terlersiniz. Aslında yapmak istediğiniz milyonlarca şey vardır ama hiçbirini yapamayacak kadar kıpırdayamazsınız. Buna rağmen kalbinizin göğsünüzü yumruklamasına da engel olamazsınız.

Bir yanınız yanardağ misali patlarken bir yanınızda buzdağlarının ıssızlığı uğuldar...

Yutkunmama engel olamadığımda, kapıyı açtığım anın üzerinden sadece iki saniye geçmişti fakat ben iki milyon asırdır bu kapının ardında bekliyormuşçasına yorulduğumu hissetmiştim.

Ben galiba... En çok Pamir'i özlemiştim...

Ona duyduğum özlem tüm ağırlığıyla kalbime otururken dizlerimin titrediğini ve bu yükü daha fazla taşıyamayacağımı hissettim. Göz görmeyince gönül katlanıyormuş. Doğruymuş. Çünkü gönlün kırıldığını göz aniden karşısında bulunca ağırlaşıyormuş ve buna katlanmak değil, parçalanmak deniyormuş.

Aslında onu görmeden önce de kapının arkasındaki kişinin o olduğunu anlamıştım. Buna rağmen 'Görmeden asla inanmam!' diye direten yanım, hala da gördüklerine inanmakta zorluk çekiyordu. Yoksa katlanmakta mı demeliydim? Belki paramparça olmakta...

Galiba onun da benden farkı yoktu. Beni bulmuş olmasına rağmen sanki az sonra kaybolmamdan endişe ediyormuş gibi gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu. Belki de hala gerçek olup olmadığımda karar kılmaya çalışıyordu.

Uzanıp dokunabileceğim kadar yakınken, aramıza soktuğu uzaklık kadardı ona olan kırgınlığım. Evrende tarifi mümkün olmayandı ona olan özlemim ve hangisinin ağır basacağına karar veremeyerek içine düştüğüm araftı benim cehennemim.

Bir elimle hala açık tuttuğum kapıyı sıkıca kavrarken, kollarımın öne uzanıp Pamir'in boynuna sarılmaması için irademle savaşıyordum. Tabii kendime açtığım bu savaş, annem beni kolumdan tutup arkasına alarak Pamir'le aramıza girinceye dek sürebilmişti.

Pamir gözlerini üstümden çekmezken, annem oldukça gergin bir sesle "Kimsiniz? Kime baktınız?" diye sordu.

Pamir'se sanki evrendeki tek gerçek benmişim ve onu hayata, bana, bağlayan tek şey bakışlarıymış gibi gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmıyordu. Yalnızca annemi ve sorularını değil, kalan her şeyi yok sayıp bir tek bende var oluyordu. Yıllarca karanlığa mahkum edilmiş de güneşe olan hasretini giderirmiş gibi bakışlarıyla beni sarıp sarmalıyordu. Ufacık bir hamle, minicik bir işaret bekliyordu. Yıllardır alamadığı nefesi ciğerlerine yeniden doldurmak, bana sıkıca sarılmak ve hayata yeniden dönebilmek için benden ufacık bir tepki bekliyordu fakat bulamıyordu.

Şu an annemin yüzünü göremiyor olsam da geçen süreye rağmen Pamir'den herhangi bir tepki alamadığı için kaşlarının çatıldığını tahmin edebiliyordum. Gerildiğini de nefes alış verişinden ve duruşundaki diktikten anlamıştım. Gerilmekte haksız sayılmazdı. Pamir'in; gecenin bu saatinde kapısına dayandığı, üstündeki simsiyah element kıyafetleriyle, pelerinin bile gizleyemediği belindeki devasa kılıcıyla ve gecenin karanlığına inat masmavi parlayan gözleriyle keskin bakışlarını yönelttiği kimse ona gülümseyemezdi.

AYKIRI: 4 BAŞLANGIÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin