Bölüm-1

1.9K 141 54
                                    

Herkese merhaba;

Sözlerimi tutarak eylül bitmeden ilk bölümü yayınlıyorum. İyi okumalar. Umarım beğenirsiniz ve beğeninizi benimle paylaşırsınız :) Eleştirileriniz de eksik kalmasın lütfen. İleriye taşıyan eleştiri olmadan gelişme olmaz. 

Genç kadın camdan dışarıyı seyreden babasını izlemeye başladı. Hastalığının ilk aşamalarından beri defter tutuyordu. Teşhis konulur konulmaz ilk işi bir kırtasiyeye gidip kendine bir sürü siyah deri kaplı defter ve iyi bir dolma kalem almak olmuştu. O günden bu güne sürekli defterlere bir şeyler karalıyordu. Buna rağmen sadece iki defteri doldurabilmişti. Çoğu zaman düzensiz, belirsiz, boşluklu hatıralarını geçiriyordu bu deftere yaşlı adam. Şafak, babasının yazdığı hatıraların boşluklarla dolu olduğunu fark edip etmediğini merak ediyordu. Yazdıklarını okuduğunu hiç görmemişti. Kendisi de oturup detaylıca okumamıştı. Babasının veda eden cümlelerini görmek istemiyordu. Eline bitti diye aldığı defterin birinci sayfasını gördüğü an vazgeçmişti okumaktan. Ancak o öldükten sonra okuyabilirdi yazdıklarını. Daha önce değil.

Babasını yazarken ilk gördüğünden yazı çizi işlerine hiç girişmeyen adamın neden şimdi kağıda kaleme sarıldığını anlamamış ve ona "Neden?" diye sormuştu. Yaşlı adam pencereden dışarı bakıp derin bir nefes alarak sadece "Unutmak istemiyorum" demişti. Oysa yazmak onun unutma problemini çözmeyecekti. Doktorun da dediği gibi zavallı beyni en sonunda en temel işlevlerini bile unutacak ve babası yıllara meydan okuyan görüntüsüne rağmen yaşayan bir ölüye dönecekti. Dışardan baktığında teşhis koyulduktan bu yana yani son iki yıldır giderek çöktüğünü kabul ediyordu. Buna rağmen bakım evindeki yaşıtlarından kat ve kat iyi durumdaydı. Ama alzhiemer onu alıp parça parça götürüyordu.

Şafak her gün ama her gün hastalığın babasını ele geçireceğini, geri dönüşsüz bir yolda olduklarını kendine tekrarlıyordu. Bildiği babası zaten ölmüştü. Karşısında çaresiz gözlerle bahçeyi seyreden adam sadece onun zarfında yaşayan bir zavallıydı. Kendi içinde kaybolmuş bir zavallı. Elinde duran kaleme rağmen elleri istemsizce titriyordu yaşlı adamın. Şafak babasının çok uzaklardan bir hatıra çağırmaya çalıştığının farkındaydı. "Merhaba" dedi yaşlı adamı korkutmamaya çalışarak.

Babası soran gözlerle genç kadına döndü. Tanıdık bir yüzdü. Nasıl ve nereden tanıdığını bilmiyordu. Artık pek çok şeyi bilmiyordu zaten bu sadece bir histi. Güvenilir biriydi karşısında duran. Ama buna nasıl karar verdiğin bilmiyordu. Belki bir akrabasıydı, belkide her gün gelen çalışanlardan biri ama tanıdık biri. "Merhaba" dedi. Artık merhabaların sonuna nazik gülümsemeler eklemekte zorlanıyordu. İçinden gelmiyordu bir defa.

Şafak derin bir nefes aldı. "Beni tanıdın mı?" bu sorunun cevabını bilsede sormaktan vazgeçmiyordu. Bütün süreci bilmesine, defalarca olumsuz yanıt almasına rağmen yine de her gün aynı soruyu soruyordu. Yaşlı adam başını sallayarak tanıdığını belirtti. Şafak hafifçe gülümsedi. "Adım ne benim?" dedi. Yaşlı adam omuz silkti bu sefer. Adını bilmiyordu. Sadece kendi adını biliyordu. Uğur. Uğur Kılıçoğlu. Erdemir Kılıçoğlu'nun tek torunu ve Kılıçoğlu ailesinin tek varisiydi. "Senin adın ne peki?" Uğur derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. Kaybolmuş gibiydi. "Benim adım Uğur Kılıçoğlu" Şafak mutlulukla başını salladı. "Benim adımda Şafak" dedi. Her sabah yaptığı gibi.

Uğur'un gözleri açıldı. O isimi duyduğu her sefer olduğu gibi gözleri parladı. "Şafak..." diye tekrar etti. "Ne güzel isim" Şafak yutkundu. Bir süredir böyleydi sabah rutinleri. Babası onun adını duyunca gözleri parlıyor ama sonra yine kendi iç dünyasına çekili veriyordu. "Şafak kim baba?" dedi. Sesinin tonunda yalvaran bir şeyler vardı. Belki o zaman babasıyla bir bağ kuracaktı yeniden.

Babamın Sırrı (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now