Yirmi

1.3K 102 11
                                    



Dizlerimin üzerine düştüm ve kafamı ellerimin arasına koydum.

Altı aylık sessizliğin ardından bu kadarı fazlaydı ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Dakikalar geçiyordu, kendimi tükenmekten alıkoyan uzun dakikalardı bunlar; Draco'ya ihanet etmekten ve kendimi korumak yerine arkadaşlarıma yardım etmeye karar verdiğim dakikalar. Bu bencilceydi, ama seslerini bir türlü aklımdan çıkaramıyordum, çünkü belli ki diğer insanlardan daha fazla tehlike içindeydim.

Bir anda, geri dönmüştü, kimse fark etmeden Snape tarafından merdivenlerden aşağı doğru sürükleniyordu. Draco, ya bana bakmak istemiyordu ya da beni fark etmiyordu ama her şekilde gözlerimiz buluşmuyordu.

Kendimi tutamadan onları takip etmeye başladım. Bu anı uzun zamandır bekliyordum. Dışlanmış ve kafası karışmış bir halde etrafta dolanmaktan çok yorulmuştum.

Ölüm yiyenleri etrafta göremiyordum ama korkunç, sevinç çığlıklarını duyabiliyordum. "Hayır bu tarafa!" diye bağırdı birisi, ve görünmemek için biraz köşeye doğru kaydım. "Burası engellenmiş, ön kapıdan gir!"

Saniyeler sonra, kocaman bir patlama oldu ve tüm çığlıklar aniden sönmeye başladı. Derin bir nefes aldım ve giriş salonuna doğru koşmaya devam ettim. Önümde, devasa kapıların parçalandığını gördüm, ve tüm bu kargaşadan uyanmış öğrenciler her yerde dehşet içinde duruyorlardı. Kapıdan dışarı doğru koşarken herkes bana bakıyordu, boğazımın düğümlenmesine neden olan o soğuk havayı, koşarken yanımda kalan arazileri ve alevleri - arkamda başka bir şey daha parçalanmıştı. Düşünebildiğim tek şey Draco'ya ulaşmaktı.

Kapıya ulaştığımda donakaldım. Bu bir riskti; hem de çok büyük bir tehlike. Kendimi Ölüm Yiyenlerle dolu olduğunu bildiğim bir yere isteyerek göndermek, burada, Hogwarts'ta kalmaktan bile tehlikeliydi; ki Hogwarts artık neredeyse yıkılmıştı.

Ama derin bir nefes aldım ve kendime bir Gryffindor olduğumu hatırlattım. Çünkü korkmuş ve yıkılmış durumda olmam, dünyanın sevdiğim her şeyi elimden alıp resmen bir kaosa dönüştürmesi ve hayatın önüme koyduğu tüm engellere karşı sarsılıp sadece ağlamak istememin dışında; ben cesurdum. Cesur olduğum için Gryffindor'daydım ve ben cesurluğa her şeyden fazla değer veriyordum.

Şuan kendimi pek de cesur hissetmiyordum.

Bulabildiğim tüm cesaretimi toplamaya çalıştım, cesur olduğum için değil, yapabileceğimi bildiğim için. Bildiğim ve aşık olduğum Draco'nun hala oralarda bir yerde olduğunu bildiğim için, bugün gördüğüm yıkılmış çocuğun içinde bir yerlerde.

Toplayabildiğim tüm gücümle dikleştim ve cisimlendim.

Gözlerimi açtığımda geniş bir sokakta, kocaman bir kapının önünde duruyordum. Artık gecenin yarısı olmuştu ve az önceki kaosa göre heryer ürkütücü derecede sessizdi. Karanlığın içinde nefes alışlarımı duyabiliyordum, yakındaki bir çeşme sesinin içinde boğuluyordu. Karanlıktı, ve etrafım siyah taş duvarlar ve yaklaşan kıyametin habercileriyle çevriliydi. Kocaman Malfoy Mailkanesi karşımda duruyordu. İçler ürpertici derecede karanlık ve korkunçtu.

Kapıya sertçe üç kere vurdum, bu beni biraz olsun daha güçlü hissettirmişti. Kapı iki santimden fazla açılmadı. Kapının arkasında kim varsa kollarımın titrediğini fark etmesin diye onları çabucak önümde topladım.

Bir göz beni süzmeye başladı. Bu bir adamın gözüydü; açıkça benden kısa boylu olan birinin. "Sen kimsin?"

Bu kısmı pek düşünmediğimi fark ettim. "Ben - şey. Ben buraya Draco Malfoy'u görmek için geldim."

Adam, kapıyı benim bir tehdit olmadığımı anlayınca açmaya başladı. Kısa boyku, iri yarı adam, beni tekrar süzdü ve tek kaşını kaldırdı. "Adın?"

Durdum. Adımı söylersem, beni tanıyacaktı ve beni asla içeri almayacaktı. "Buraya Draco Malfoy'u görmeye geldim." diye tekrarladım, ama tekrarlayınca bunun savaşın ortasında söylenecek en saçma şey olduğunu fark ettim. Ama sonra tam doğru anda, arkadaki merdivenlerden zar zor inen Draco'yu gördüm. "Draco Malfoy." diye tekrarladım, şansıma inanamayarak. Draco inanamayarak bana doğru döndü. "Ah, işte burada." dedim aceleyle, gözlerini genişletmiş adama.

Draco aceleyle kapıya doğru geldi. "Evet, o benimle." dedi gözlerini üzerimden ayırmamaya özen göstererek. Adam bir şey yapamadan, Draco kolumu yakaladı ve beni içeri çekti. O kadar hızlı yürüyordu ki peşinden giderken birkaç kere düşecek gibi oldum.

Elimi tuttu ve beni kısa adamdan olabildiğince uzaklaştırmak için geniş bir koridordan geçirdi  ve mermer merdivenlerden yukarı çıkardı. Yeterince uzaklaştığımızdan emin olunca bana, "Burada ne yapıyorsun?" diyebilecek kadar yaklaştı.

Draco'nun dokunuşunu o kadar özlemiştim ki, elimi tutunca kendimi eriyormuş gibi hissettim. Onu son gördüğümden beri ne kadar değiştiğini fark etmek için ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Çok zayıflamıştı, evet, ama bu ışığın altında aynı zamanda ne kadar uykusuz olduğunu da fark ettim. Onu rahatlatmak istiyordum. Birbirimizi rahatlatabileceğimizi umdum.

dear draco // Türkçe ÇeviriWhere stories live. Discover now