Otuz beş

924 74 11
                                    



Draco'nun samimi ve durmayan ricasına dayanamayan Narcissa ve Lucius, Malikanede kalmama izin vermişlerdi - ama yine de bunun sadece geçici bir durum olduğunu vurgulamaya da dikkat ediyorlardı. Draco gerçekleri biraz değiştirerek, ailesine kalacak başka yerim olmadığı için burada kalmam gerektiğini söylemişti. Bunu söylemesi burada olmamın gerçek nedeninden şüphelenmelerini engellemişti. Luna'nın kirli suratını, çökük yanaklarını gördükçe, canımı yakan pişmanlık ve endişe daha da artıyor, içimi yiyordu. Ama Draco dikkatimi bunlardan almayı başarıyordu. Gece yarısını saatler geçe gizlice buraya geldiğinde, dünyada olan biten her şeyi unutmayı başarıyorduk.

"Isobel."

Omzumu salladı. Homurdanarak yorganın altında hareket ettim. Gözlerim parladı. "Uyandım. Ne oldu?"

"Aşağı gelmen gerekiyor. Ailem seni çağırıyor."

Gözlerimi ovuşturdum. "Ne hakkında?"

Draco yere baktı. "Onlar- onlar belki Potter'ı bulduklarını düşünüyorlar."

"Ne?"

"Evet." Draco bir an için durdu. "Gerçekten onun olup olmadığını söylememizi istiyorlar."

Midemde keskin bir acı hissettim. "O burada mı? Yakalandı mı?"

"Granger ve Weasley de." dedi ilk defa gözlerimin içine bakarak. "Kapkaççılar. Belly, Potter'ın yüzünde bir sorun var. O olup olmadığından emin değiller."

"Peki, o mu?"

"Eğer Granger ve Weasley de buradaysa başka kim olacak ki?"

Az önce duyduklarımı hazmetmeye çalışarak bir süre ona baktım. "Ya gerçekten o olduğunu fark ederlerse?"

Elinin tersiyle alnını sildi. "Karanlık Lordu çağıracaklar."

"Draco!"

Draco teyzesinin sesiyle yerinden sıçradı. "Geliyoruz," dedi, ama sesinin merdivenlere ulaştığından şüpheliydim. Elimi tuttu. "Hadi."

Odaya girdiğimizde, kapkaççıların yakaladığı kişinin Harry olmadığına dair umutların bir anda yok oldu. Odanın ortasında, kocaman avizenin ışığı altında, Harry'nin şişmiş yüzü ve çenesi tanınmayacak haldeydi, ama şişmiş gözlerinin ardında tanıdık yeşil bir parlaklık vardı. Bu oydu.

Yanında ve arkasında, kalın iplerle bağlanmış Ron, Hermione, tanımadığım bir Goblin ve sonunda Dean Thomas duruyordu. Kapkaççılar tarafından yakalanmış olmalıydı, kaçmaya çalışan bir melez. Bir anda sınıf arkadaşlarımın yorgun ve incelmiş yüzlerinde, beni fark ettikleri zaman ürkmüş bir ifade oluştu. Luna ve Olivander'la beraber zindanda olduğum zaman hissettiğim gibi bir pişmanlık hissettim. Şu an onların yerinde olabilirdim, ama onun yerine onlardan üstün ve tamamen güvende duruyordum.

Malfoy ve kapkaççılar tutsaklarla o kadar meşguldüler ki içeri girdiğimizde bizi fark etmediler. Gözleri Harry'nin üzerinde, Lucius sertçe konuşmaya başladı; "Draco, gelmen neden bu kadar uzun sürdü? Biz- neyse boşver. Buraya gel."

"Hayır," dedi Bellatrix, Draco'nun tereddüt etmesine sebep olarak. "Kız daha iyi bilir." Yanakları çökük, gözleri ise Harry Potter'ı Voldemort'a teslim edebilme olasılığını düşündükçe daha da parlak görünüyordu. Kolumu kaptığı gibi beni öne doğru çekiştirdi. Harry ve Ron bakışlarını yere sabitlemişken, Hermione gözlerini açmış bana bakıyordu. Kalbim deli gibi atıyordu. "Ee, bu o mu?"

Hermione'nin kanlanmış gözlerine baktığım anda beynime anılarımız akın etmeye başladı; Hogwarts'taki ilk gecemizdeki heyecanlı konuşmalarımız, üçüncü senemizde Ron'la kavga edince omzumda ağlaması, Yule Balosuna beraber hazırlanmamız, Krum'un onu etkileme çabalarına gülüşlerimiz, Draco üzerine kavgalarımız... Draco. Arkamda duruyordu ve bakışlarını üzerimden almıyordu. Bir an için bana hayır demesini, gitmemem için çaktırmadan kafasını sallamasını bekledim. Ama bunu yapmayacaktı. Arkadaşlarıma asla, ama asla ihanet etmeyeceğimi biliyordu, şu an beni ne kadar az düşünseler de bunu yapmayacağımı biliyordu.

dear draco // Türkçe ÇeviriOnde histórias criam vida. Descubra agora