bu sapa yere beni attılar

22.1K 1.6K 200
                                    

Sokakta kalmıştım.

Gerçekten de yaşanıyordu bu: tüm yaralarımla gecenin bir saatinde üzerimde ceket dahi olmaksızın sokağa atılmıştım. Arayacak, sığınacak tek bir kişi de yoktu. Samimi olduğumu söyleyebileceğim tek kişi Enes idi, onu ise aile mevzularına katmayı aklımdan bile geçirmiyordum. Kimsenin o aciz, çaresiz Furkan'ı görmesine izin vermezdim. 

Karşılığında kaldırıma oturup hüngür hüngür ağlamam gerekse bile.

Evet, bu tam da şu an yaptığım şeydi. Evimizin arkasında kalan caddeye gitmiş, bir kaldırıma sığınmıştım. Canımın acısı ancak buraya kadar yürümeme müsade etmişti. Yine de en iyi seçeneğim diyebilirdim şayet sokak lambası patlak olduğundan hiçbir şekilde aydınlanmıyordu, bu yüzden insanlar da yürümek için burayı tercih etmezdi. Rahat rahat ağlayabilirdim yani.

Ne için ağladığımı ise bilmiyordum. Sızlayan yaralarım yüzünden mi, babamın ettiği ağır laflardan mı, bir daha asla geri dönemeyeceğimin bilincinde olduğumdan mı, yoksa kimsesizliği en derinliklerime kadar hissettiğimden mi... Belki de hepsiydi.

Babama bağırmak istiyordum, ben ibne değilim! Neden bana inanmıyordu? Bunu ona düşündüren tek şey dış görünüşüm müydü? İyi de bu benim suçum değildi ki. Ben ister miydim sanki böyle olmak, her aynaya baktığımda kendimden nefret etmek, ne zaman biri cinsiyetimi sorsa göz yaşlarına boğulmak...

Bir keresinde tartışırlarken duymuştum, tüm bunlardan annemi sorumlu tutuyordu. Tutturdun bir kız çocuğu istiyorum diye, Allah da bununla cezalandırdı işte bizi! Unutmuyordum o anı, henüz dokuz yaşındaydım ama ömrümün sonuna kadar yaşayacaktım bununla. Ben ceza mıydım ki? Başlarına nasıl bir sorun açmıştım da böyle konuşuyorlardı?

Hayatım hep onlara yük olmamaya çalışmakla geçmişti: on beş yaşından beri özel ders vererek kendi paramı kazanıyor, eksiklerimi yine kendim karşılıyordum. Bir yandan da bursum yatıyordu ve üniversiteye geçip masraflarım artana kadar da tamamını babama veriyordum. Ama yetmiyordu demek, ve belliydi ki ne yaparsam yapayım memnun edemeyecektim onları. Zaten hiç kabullenememişlerdi beni, ne sevgi görmüştüm ne de saygı. 

Kimseye söylemedim ama ben sevilmeyi Cihan ile tatmıştım. Her ağladığında bir köşeye çekilen bana sığınabileceğim bir omuz sunmuştu. Sarılmak, öpmek normal bir şeymiş, o öğretmişti bana. Bu yüzden unutamıyordum ya onu.

Beni öyle bir sahiplenmiş, sevmişti ki sonsuza kadar sürecek sanmıştım. Önceleri haberim yoktu o güzel duygulardan, haliyle eksikliklerini de hissetmemiştim. Fakat ne zaman ki Cihan benden gitmişti, o zaman eskisinden de beter hale gelmiştim. Çünkü biliyordum artık sevgiyi, istiyordum da. Özellikle de ondan istiyordum.

Beni ilk seven kişi olduğundan mıdır bilmem, dünya üzerinde kimsenin beni Cihan kadar sevebileceğini düşünmüyordum.

Bu acıydı aslında, sonuçta saf sevgiyi ailenizden öğrenmeniz gerekmez miydi? Ağladığınızda sizden artık nefret eden eski en yakın arkadaşınızın fotoğrafına bakıp teselli bulmak yerine onlara sığınmanız doğru olan değil miydi?

Hoş, babanız tarafından gecenin bir vakti sokağa atılmanız ne kadar doğruydu ki oturmuş sevgilerini sorguluyordunuz? 

Bizim için olmasa bile, onun mantığınca doğruydu bu yaptığı. Amacını biliyordum en azından.

Hâlâ tutamamış da olsak yarın Enes ile kesin olarak evimize taşınmış olacaktık, bunu o da biliyordu. Sadece bir gece için oğlunuzu kovmanın nasıl bir anlamı olabilirdi sizce? Ben söyleyeyim, açık kapı bırakmak istemiyordu. Beni evden öyle bir göndermesi lazımdı ki  ileride pişman olup geri dönecek yüzüm ve cesaretim olmasındı. Aradaki bağları tamamen kopartmış olsun, hatta sesi biraz yüksek çıksındı ki binadakiler sonunda ibne oğlunu şutladığını anlasındı. Muhtemelen benim gibi bir çocuğu olduğu için onu aşağılayan, onun deyimiyle başını eğen, arkadaşlarına bu olayı anlatıp paklayacaktı kendini. Belki beni bir erkekle bastığını bile söyleyecekti onlara.

En kötüsü de annemle görüştürmeyecekti beni. Evet annem de ondan çok farklı değildi ama o sadece bir kuklaydı, Bir suçu yoktu ki, en az benim kadar kurban rolündeydi. Yoksa beni seviyordu, değil mi?

İnanın bilmiyordum. Artık hiçbir şey bilmiyordum. Bu geceyi nasıl geçireceğimi de aynı şekilde. Nisan ayı yine en soğuk gecelerinden birini yaşatıyordu bize, şansa benim sokakta kaldığım günü seçmişti. En azından bir hırkam olsaydı da şu banklardan birine kıvrılıp yatsaydım, diye düşündüm. Salak kafam, en önemli şeyi unutmuştu işte. Telefonu bırakıp bir ceket almak çok daha yararıma olurdu, şayet sesiyle beni ısıtacak kimsem yoktu.

Zaten bu düşünceler aklımda dolanırken uyuyamazdım ya, hırkaya da lüzum yoktu. Bu şekilde sabah eder, babam işe gidince annemden bana kıyafet atmasını isterdim. Hafta sonu olduğundan okul derdi olmadan da Enes ile beraber ev bakar, içimize sineni tutardık.

Tabii bu planlara uymayan bir sorunumuz vardı: kan revan içindeki vücudum. Bu sefer Enes'e kapı çarptı, yere düştüm gibi bahaneler de uyduramazdım.

Olaydan hemen sonra hâlâ vücudumda gezinen adrenalinle zor da olsa yürümeyi başarmıştım ama şu an özellikle tekmelerin hedefi olan sol bacağımı oynatamıyordum bile. Uyuşmuş gibi bir his vardı, dokunduğumda zonkluyordu. Sabah size yutkunmanın ve nefes almanın zorluklarını anlatırken kullandığım tüm betimlemeleri unutun, çünkü şimdiki acının yanından bile geçemezdi. Hâlâ nefes almaya tam olarak adapte olamamış gibi hırıltılı hırıltılı soluklanıyordum. Bunu da olabildiğince aralıklı yapmaya çalışıyordum şayet karnıma yediğim tekmeler ve saniyeler boyu sıkılmış boğazım ancak buna izin veriyordu.

Yüzümün ne halde olduğunu bilmiyordum, muhtemelen onun da diğerlerinden aşağı kalır yanı yoktu. Fakat elmacık kemiğimde hissettiğim sızlama dışında, vücudumun diğer yerlerindeki kadar büyük bir ağrı duymuyordum orada.

Issız sokakta yankılanan teneke sesiyle yerimden sıçradım. Bu saatte buradan geçen biri ancak sarhoş olabilirdi, bu yüzden korku içinde oturduğum kaldırımdan kalkmaya çalıştım. Fakat düşüncelerimi faaliyete geçiremiyor olmalıydım ki sesler yaklaşırken olduğum yerde debelenmekten başka bir şey başaramamıştım. Sol bacağım öyle çok acıyordu ki bırakın yerimden kalkmayı oynatmak bile imkansızdı.

Çaresizlikle tekrar gözlerim dolmuştu. Ulan bitmeyecek miydi bu Allah'ın belası gün?

Elimle yanaklarımda biriken yaşları sildim. Artık çok yakından geliyordu sesler, hatta bir şarkı mırıldanıldığını bile duyabiliyordum. O tarafa hiç bakmazsam ilgisini çekmezdim belki. Ya da daha mı çok çekerdim? 

Bari tek kişi olsundu da bir şey yapacak olursa idare edebilme şansım olsaydı.

Kalbimin hızla göğüs kafesine vuruş seslerinden mırıldanma seslerini zar zor ayırt etsem de aramızda yalnızca birkaç metre olduğunu anlayabilmiştim. Hâlâ ne yapacağıma karar verememiştim, sadece ağladığım belli olmasın diye kafamı yere eğme kısmı hazırdı.

Bu çok mantıklı değildi şayet onun nerede olduğunu göremiyordum, bu da beni daha çok tedirgin ediyordu. Yine de en iyi seçeneğim buydu.

Üzerime düşen gölge ve zaten azıcık olan ışığın da kesilmesiyle şu an bana çok yakın olduğunuz anladım. Kafamı kaldırmayacaktım.

Allah'ım, öyle çok korkuyordum ki.

Lütfen geçip gitsin yanımdan lütfen lütfen lütfen.

Adım sesleri durduğundan ve karartının birkaç saniyedir aynı kalıyor oluşundan onun amacının farklı olduğunu anlamıştım. Zaten benim hangi duam kabul olmuştu ki bu olsundu?

Kendimi yeni bir kavgaya hazırlarken duyduğum tanıdık sesle irkildim;
"Furkan?"

  
    Nasıl da hiç okuyucu kaygım olmadan bölüm atıyorum ama 🤠

Görmüyorsun Hiç | Gay [Tamamlandı]Where stories live. Discover now