10| Elini tuttu ve seninle dans etti.

915 116 301
                                    

Anlatılan bir hikayeye göre, yaşamın rengi kırmızıymış. Kırmızı bir ip dolanırmış yaşayanların boynuna ve onları ölene dek sıkar, sıkar ve sıkarmış.

Bu yüzden insan boğulmamak için kök saldığı, bağlı olduğu topraklardan öteye gidemezmiş. Gitmek mümkün olsa da, çok  zor olduğundan pek az insan başarılı olurmuş. Büyük bir teslimiyet gerektirse de insan kendi boynundaki ipin ucunu bir başkasınınkiyle bağladığında o ip, sonsuz kez uzar, sonsuz kez çoğalırmış.

Ve artık,uzaklarına gidemediği dünyaya özgür, tek bir kişiye tutsak kalırmış insan.

Hikayede buna aşk denmiş, Baron ise oturduğu yerde büyükbabasının anlattığı bu hikayeyi hatırlarken yıllar sonra ona onay vermişti.

Çok uzun süredir boynunda onu sıkan, boğan ip nihayet sonsuz kez uzayıp sonsuz kez çoğalmıştı Kont'un ellerinde.

Şimdi biraz utanarak ellerinden tuttuğu adama bakarken buz gibi duran ifadesi çoktan yerle yeksan olmuştu ve yüzünde sadece aşık bir adamın üzgün ifadesi vardı. Dağılan ifadesinin her zerresine dünya üzerinde bakılmaya değer başka şey yokmuş gibi bakan Kont, onun elinin narin derisini usul usul okşarken gülümsedi.

Tek bir kelam çıkmazken dilinden elini uzatıp onun kızaran yanağına dokundu. Böylelikle yüzü dışında her yere bakan utangaç gözler ile kendi gözlerini buluşturmuştu. Uzanıp Yibo'nun titreyen kirpiklerinden bir kez öptü ve şöyle konuştu.

"Beni mahvetmeyi iyi biliyorsun, nasıl bırakacağım şimdi seni? "

Yibo cevap vermedi, bunun yerine arabanın içinde, yanında oturduğu adama biraz daha yaklaştı ve garip bulsa da başını omzuna yasladı. Cesaret ettiği şeye ve bununla birlikte girdiği yola şaşırıyor olsa da, içinde bundan daha güçlü bir duygu vardı.

Ayrılmak istemiyordu, bunun acısı içini titretiyordu.

Gözlerini kapayarak soluklandığı omuz, yıkılması mümkün olmayan bir dağ gibi hissettirdi ona. Bu his bir diğer adıyla güvenin ta kendisiydi ve aynı zamanda duygularına teslim olduğunun da bir kanıtıydı. Zhan'ın eli beline uzanıp onu kendisine iyice yaklaştırırken ses çıkarmadı ve sanki, bunu yapmayı bir ömür bekliyormuş gibi omzunda duran başını çevirerek boynundaki deriden kokusunu içine çekti.

"Ne güzel."Diye mırıldandı duyumsadığı korkuyla neredeyse sarhoş olurken ve itiraf etti. " Ama bu güzellik beni korkutuyor."

Zhan onun sesini duymasıyla hayatı buna bağlıymış gibi gülümsedi yeniden. Eli, Yibo'nun beli üzerine aşağıya yukarı  gidip geldi ve nihayet, çok uzun zaman sonra kolları arasına alabildiği adamın saç çizgisinden öptü. "Korkma."

Fakat bu öpücük yetmedi, dayanamadı ve bir kez daha öptü. "Sakın korkma, bizi bir arada tutmanın yolunu mutlaka bulacağım."

Yibo ona cevap vermedi, gözlerini kapatarak bir sonraki saniyeyi bile unutup hislerinin her zerresini yaşamakla meşguldü. Kabul etmiş olmanın huzuru göğsünde ve ayrı düşecek olmanın acısı sızlayan gözlerindeydi.

"Xiao Zhan."

Kont onu onaylayan bir mırıldanmayla konuşmasını bekledi ve o, yeniden, " Xiao Zhan." Dedi.

Gözlerini açıp elini biraz önce sertçe tuttuğu işlemeli yakaya uzattı ve usul usul ipliklerin üzerinde gezindi parmağı, sonra zayıf sesiyle sordu. "Çok üzdüm değil mi ben seni, istemeden kırdım kalbini."

Bu seferde Zhan sustu ve sadece dinledi.

"Ne söylersem telafi ederim bunları bilmiyorum ama sen biliyorsun, ben korkak bir adamım." Ufak bir duraksamadan sonra devam etmek istedi. "Ben sadece-"

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin