27| Aklımdan çıkmıyor, kalbimi bir an olsun terk etmiyorsun.

468 36 85
                                    

"Rahibin Baron'a bunları anlatacağını düşünmemiştim. Geçmişte her şey öylesine zordu ki, çoktan unutarak hayatına devam edeceğini zannediyordum."

Kont birkaç dakikadır karşılıklı oturduğu adamın yüzünde sebebi kendisi olan yaralara bakmayı bırakarak salonda gezdirdi gözünü. Koluna pansuman yapılırken Zhuocheng kısaca olan biteni anlatmıştı, söylediğine göre insanlar ondan artık bir hain, gözü dönmüş bir katil olarak bahsediyordu. Lakin karşısında oturan Prens ve düşünmeyi bırakmadığı sevgilisiyle öyle doluydu ki kafası, başka bir önceliğe yer yoktu.

Prensin geçmişin prangasından kurtulamayan ve ağır ağır dudaklarından dökülen sözleri duyduğunda salonun dönemin bilindik gotik mimarisiyle biçimlenen görüntüsünü seyretmeyi bıraktı, onu dinlemeye başladı.

"Sürgüne yollandığımda 19 yaşlarında falan olmalıyım, bu kısım aklımda net değil. Çünkü ilk birkaç yılımı Galler'de benim için tahsis edilen saraydan hiç çıkmadan yaşadım."

Prens sevgilisinin ölümünden sonra günler boyu kendisine getirilmeye çalışılsa da ağlayışları dinmemiş, herkes onun delirdiğini düşünmüştü. Bu yüzden ona rakip olabilecek insanlar için açık bir hedefti ve Kraliçe onu ülke dışına yollama işini son derece titizlikle yapmıştı.

Bir isim seç demişti ona ve o da, sureti bir an olsun gözleri önünden çekilmeyen, tamamen kendisini sevdiği için ölüme layık görülen sevgilisinin soyadıyla yaşamayı seçmişti.

Lord Patrick Everglot,

Gözlerini kapatarak 18 yaşında öldürülen sevgilisinin yaşasaydı şimdi nerede neler yapacağını, bugün bile çok aşık olduğu yüzünün nasıl olacağını düşündü. Gözlerini açtığında onu seyreden Kont daha evvel görmediği bir üzüntü yakalamıştı göz bebeklerinde. Belki aynı ifadeden kendisinde de vardı, onu anlayabildiğini düşünüyordu. Yibo'nun nefes almıyor olduğu ihtimali yüzünden delirmeye yaklaştığı dakikalar çok uzak değil, aşağı yukarı bir saat öncesiydi.

"Birkaç yıl öncesine kadar Galler dışına da çok çıkmadım. Sadece çok elzem olaylarda anakaraya ayak basıyordum. Marki'nin kardeşinin ölümü bunlardan biriydi. Lakin ben Galler'de ne kadar kapalı bir hayat sürsem de senede birkaç kez Kraliçe'nin mektuplarıyla lütuflandırılıyordum. "Diye konuşan Prens'in yüzünde bir iğrenti ifadesi belirdi. "Bana Prens olduğumu, günün birinde bütünüyle yıkmak istediğim o anlamsız krallığın en tepesinde olmak için geri dönmek zorunda olduğumu hatırlatıyordu bu mektuplar bana."

Odadaki tek kişi tarafından bölünmeyen konuşma devam etse de lord everglot'un sesinde cansız tınının baskısı her kelimesinde artıyor gibiydi.

"Size karşı dürüst olacağım. Bugün buraya büyük bir askeri güçle tahta oturmak için gelsem bile aslında bunu istemiyorum. Beni ve sevgilimi yaşatmayan bu topraklar, kime yuva oluyorsa kimi bağrında yaşattıysa yıllarca onların hepsinden nefret ettim ve hala ediyorum. Marki'nin uğraşlarının da en başından beri farkındayım. Düşünüyordum ki eğer kral olmak istiyorsa olabilirdi, tüm lordların, bütün londra'nın canı cehenneme diyordum hep. Bu yüzden mektupları yırtıp atıyordum."

Kırmızıya boyanan gözleriyle Kont'a bakmaktan çekinmeyen Prens hemen sonra kaçırmıştı gözlerini. Boğuk sesi bu seferde suçluluğun himayesine girmişti. "Buraya geri dönmek istemediğim için ismim kullanılarak yapılan saldırılara ilk başlarda sesimi çıkarmadım. Marki'nin kardeşinin cenaze törenindeki tavrımı şimdi onaylamamakla beraber, o vakitler bunu önemsemiyordum. Lakin kaçıp durduğum gerçek beni yakalandığında daha fazla direnemedim, çünkü biliyordum ki sizin hiçbir günahınız yoktu. Dolayısıyla bir şeyler yapmanın gerekli olduğunu fark ettiğimde harekete geçtim."

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin