26|Ellerime bak, ne görüyorsun?

272 27 33
                                    

Tuttuğu kağıdın rengi bütün düşük kalite kağıtlar gibi soluktu. Anladığı kadarıyla matbaadan olması gerekenden daha erken çıkartılan yazıların mürekkebi bozulmuştu. Yine de yazılanların üzerindeki tesirinde hiçbir bozulma yoktu.

Kraliyet birlikleri Westminster sarayını kana bulayanlar için harekete geçti.

Başlığı kaç kez okuduğunu saymamıştı. Vurgu hep aynı yerdeydi zihninde; kana bulayanlar.

Neredeyse ezberlediği yazıyı okumayı yarım bırakarak gazete kağıdını tutan ellerine baktı. Parmak eklemlerine, özellikle tırnaklarının kenarlarındaki koparmaya çalıştığı derisine yerleşen lekelerden bahsediliyor olmalıydı. Ancak o mahkeme salonunda yaşadıklarının izleri yalnızca onlar değildi, çünkü kan bir tek ölüme yakışıyorsa ve ölüm artık, hem onun hem de sevgilisinin eline dokunmuşsa bu anlam çok daha derin bir yerlere tekabül ederdi aslında; bunun için herhangi bir gazete bunu tam anlamıyla yazamazdı.

"Gerçekte yalnızca bir kişiyi öldürdün, ama zihninde yüzlercesini." Kapatıldığı yeri çevreleyen demir parmaklıkların arkasından kendisine bakan, sabahtan beri bir an olsun yalnız bırakmayan Yubin konuştuğunda bakışları o tarafa kaymıştı. Neresi olduğunu bilmediği yer küçük bir aydınlatmaya sahipti, dolayısıyla Yubin'in yüzünü ve bedenine ait detayları düzgünce seçemiyordu ama yine de onun elinde de dakikalardır okuyup durduğu gazetenin aynısından olduğunu anlamıştı. Yubin ise kağıdı amaçsızca bükerken devam etmişti konuşmasına. "Daha kaç kere aynı anı yaşayacaksın Baron?"

Yibo onun parmaklıklara yaklaştığı için daha net görebildiği yüzünde her şeyi bildiğini sanan küstah bir ifade gördüğünde kaçırdı gözlerini. Dudakları aşağıya doğru ivmelenmiş, midesi bulanmıştı. 2 gün önce Xiao Zhan'la gitmek yerine babası ve Fanxing için mahkeme salonunda kalmayı tercih ettiği andan beri sık sık midesi bulanıyordu zaten. Hiçbir şey yemiyordu, üstelik kaybettiği tek şeyin yemek yeme isteği olmadığına da emindi.

O gün, yalvaran sesini hala işitebildiği sevgilisinden ayrılırken ruhunun birazını öldürmüş, korkunç görüntüleri her hatırladığında ise yakıcı bir kızılın gölgesinde kaybolmuştu. Hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bildiğinden vazgeçmiş, hatta yaşamaktan bıkmış gibi bir hali vardı. Suretinde hiç ışık görünmüyordu. Bu yüzden bazen öyle boş bakıyordu ki karşısındaki adam istemese de ürperiyordu.

"Sıkıcısın."

Cevap vermedi, hatta az önce soğuk olduğuna emin olduğu taş zemine indirdiği gözlerini kaldırıp bakmaya bile tenezzül etmemişti. Saatlerdir karşısında oturan Yubin onun bu donuk tavrından sıkıldığını hissediyordu ama yapabileceği fazla bir şey olmadığı için sadece gözlerini devirmişti.

"Ben ilk kez 13 yaşındayken birini öldürmüştüm." Diye konuşurken dudağının kenarına en az tavrı kadar küstah olan bir gülüş yerleştirdi. "Yine de senin gibi böyle karalar bağladığımı hatırlamıyorum."

Cevap yine yoktu ve bu seferde, "Kont'un onca kıyameti senin gibi silik bir insan için kopardığına inanmak zor." Dediğinde yanağının içini dişleri arasında alarak az önce aldığı nefesi burnundan geri vermişti. Karşılık alamamak, daha doğrusu umursanmamak onu öfkelendiriyordu.

Yibo ise bir kez daha cevap vermeyi reddederken Xiao Zhan'ın ismini duyduğu için kan lekelerini silemediği ellerini sıkmıştı. Onun varlığının nelere şifa olacağını biliyordu, bunu tatmıştı. Ama varlığının yarattığı derin yaralardan yeni haberi oluyordu. Özlemek denmezdi buna; merak, endişe ve bilinmezliğin yarattığı, o içini kemiren sıkıntı ve çektiği sıkıntılar için kalbinde açılan dehlizlerden her birinin boğucu karanlığı ..hiçbiri ne hissettiğini anlatmaya tam olarak yetmezdi.

Lord, don't move that, [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin