20. BÖLÜM

3.6K 466 340
                                    

Önceki bölüm beklediğim oy sınırına ulaşmadı ama yeni bölümü yayımlıyorum çünkü sizi fazla bekletmek istemedim<3
Bu sefer oy sınırını düşürüyorum. Bölüm 40 oy ve en az 50 yoruma ulaştığında yeni bölümü atarım🐺

Bir de ilk bölümlerde Minho'nun ayağı alçıya alınmıştı, ben onu tamamen unutarak yazmışım diğer bölümleri. Siz de alçısı çoktan çıkarılmış gibi düşünün.

Chan diğerleriyle olan konuşmasından sonra ormandaki evine -artık Soojin'e ait olan eve- gitmişti ve Soojin onun istediği mektubu yazmıştı. Söylediklerini ikiletmeden yapıyordu çünkü Chan'a herkese olduğundan daha çok minnettardı. O geç adam öz babasının ya da her şeyden çok sevdiği sevgilisinin yapmadığını yapmış, ölümün kıyısından döndürmüştü kendisini.

Eline zarfı veren kadına karşı gülümsedi Bang Chan. "Teşekkür ederim noona."

Gözlerini az mobilyalı odada gezdirdi. "Bu arada meşguliyetten seninle ilgilenemiyorum, kusura bakma. Bir şeye ihtiyacın var mı?"

Chan'dan birkaç yaş büyük olan Soojin'in yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Onun gibi iyi birine rastladığı için ne kadar şanslı olduğunu geçirdi binlerce kez içinden.

Ellerini Chan'ın yanaklarına koyup yüzünü incelerken kaşlarını çattı. "Benim bir şeye ihtiyacım yok ama senin kendine daha çok dikkat etmeye ihtiyacın var."

Sağ yanağını parmaklarının arasına almış sıkıp çekerken sahte olduğu belli olan bir sinirle mırıldandı. "Yakışıklı yüzünün ne hale geldiğine bak! Solmuşsun resmen."

Chan her iltifat aldığında olduğu gibi utanmış, kulakları hafifçe kızarmıştı.

Yüzündeki elleri nazik bir şekilde uzaklaştırdı. "Abartma noona. Gayet iyiyim ben."

Ardından aklına gelen şeyle ciddileşti. "Kwangsoo ile konuşmak istediğine emin misin? Eğer istemiyorsan seni hiçbir şey yapmaya zorlamam, biliyorsun değil mi?"

Bu konu her seferinde Soojin'in üzerine kara bir bulutun düşmesine neden oluyordu. "Eminim." dedi kısaca. Duyguların değişmesi için bazen büyük olaylar, bazense küçücük nedenler gerekirdi. Soojin'in nedeni oldukça büyüktü belki ama içindeki aşkı öldürmek için yeterli değildi. O adamı hâlâ sevdiği için kendine kızsa da kimse duygularını kontrol edemezdi.

Kısaca vedalaştılar ve oradan çıktı Chan. Hava kararmaya, Güneş batıp yerini varisi Ay'a bırakmaya başlıyordu. Kendi sonun nasıl olacağını merak etti bir an. Güneş gibi aydınlığını terk etmek zorunda mı kalacaktı? Karanlığı sadece kendisini mi içine alacaktı yoksa Seungmin'ine de zarar verir miydi? Koca dünyanın ve kendisi de dahil içindeki milyonlarca insanın karanlığa boğulması umrunda değildi, tek istediği Seungmin'in hep aydınlığın avcunda olmasıydı.

Düşünceleriyle boğuşurken saraya ulaşması uzun sürmemişti. Kimseyle karşılaşmadan hızlıca odasına çıktı. Seungmin'in buraya gelirkeneki heyecanı, etrafı hayranlıkla izleyişi geldi aklına, yüzünde bir gülümseme oluştu. İşte bu yeterdi mutlu olması için, gözlerinin önüne gelen Seungmin'in meleksi yüzü.

Kendini kötü hissetmişti sabah meleğine karşı sertçe konuştuğunu hatırladığında. Henüz çıkarmadığı ceketinin cebinden telefonunu aldı.

Kısa bir telefon konuşmasının ardından Seungmin'in Chan'ın yanına gelmesini kararlaştırmışlardı.

İlk yaptıkları gibi o aynadan geçmişler, ilk seferki gibi başı dönmüştü Seungmin'in. Ve yine ilk seferki gibi sırf onun için odasında su bulunduruyordu Chan.

You Are || ChanMinΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα