6."Birlikte aşacağız, yavaş yavaş."

1K 135 343
                                    

Kliniğin bahçesindeki bankların birine oturmuş sigaramı içiyordum bacağımı titreterek. Gergindim, stresliydim, ani bir gazla hazırlanıp buraya gelmiş olsam da kendimi Hongjoong'la yüzleşmeye hazır hissetmiyordum.

Kendime özenmiştim bugün. Saçlarıma yaklaşık yarım saat süren bir uğraşla şekil vermiştim. En sevdiğim gümüş kolyemle yüzüklerimi takmıştım, küpe bile takmıştım. Beyaz gömleğimin üstüne gri kolsuz bir süveter, altıma ise bol bir siyah jean giymiştim. Paçalarımı kıvırıp en sevdiğim siyah postallarımı giymiştim. Bu kadar hazırlanmamın tek sebebi ise heyecandan uyuyamamış olmam ve erkenden hazırlanmaya başlamış olmamdı.

Çok mu abartı görünüyorum diye düşünmüyor değildim. Yolda birkaç kişinin bakışlarına maruz kalmıştım onlara baktığım kadarıyla.

Seans saatim yaklaştıkça daha çok titriyordu bacağım.

Hongjoong'la ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum. Konuyu açmalı mıydım yoksa hiç yaşanmamış gibi mi davranmalıydım? İkinci seçenek onu incitir miydi? Onu üzmek istemiyordum. Yeterince kırıldığının farkındaydım.

Telefonumu elime alıp Wooyoung'u aradım. Evden birlikte çıkmıştık, bana tonla tavsiye vermişti ama heyecandan hepsi uçup gidiyordu aklımdan. Karnım ağrıyordu. Ne zaman stres yapsam karnım ağrırdı hep.

Wooyoung telefonu açar açmaz sızlanmamı yok sayıp "Bay Kim nasıl davranıyorsa ona ayak uyduracaksın, sonuçta seansa gidiyorsun. Klinik dışında özel hayatınızı konuşmak isteyebilir. Ama seansta konuyu açarsa konuşursunuz. Sen sadece ona ayak uydur hyung." demişti. Bunu yaklaşık altıncı kere söylüyordu.

"Teşekkür ederim Woo." dedim gülümseyerek her ne kadar görmeyeceğini bilsem de.

"Rica ederim, saatin gelmek üzere daha fazla oyalanma artık. Bu kadar da gerilme dünyanın sonu değil ya." dedi, arkadan bir sürü konuşma sesi geliyordu. Kampüste olduğu belliydi. Daha fazla vaktini çalmak istemedim. Kısaca vedalaştıktan sonra telefonu kapattım.

Hemen ardından attığı mesajda bugün sadece bir blok dersi olduğunu, çıkışta beni almaya geleceğini yazmıştı. Sigaramı söndürüp kısaca cevap verdikten sonra banktan derin bir nefes vererek kalktım.

Aklıma sürekli Wooyoung'un dediklerini getirmeye çalışarak kendimi rahatlatmayı denedim. Gerçekten bu kadar gerilmeme gerek yoktu aslında. İkimiz de insandık, konuşarak çözebiliyorduk bazı şeyleri. Burada olmasa bile başka bir yerde konuşurduk. Yine de birbirimizden kaçmamız için bir sebebimiz yoktu. Gerçi kaçan kişi bendim ama yine de buraya gelerek büyük bir adım attığımı düşünüp gurur duydum kendimle.

İlerleme kaydediyordum, bunun bilincindeydim. Sürekli kendimi merkeze koyan, korumacı içgüdümü aştığımı biliyordum. Kendimden ve Wooyoung'tan başka düşündüğüm biri vardı hayatımda ve onu daha ön planda tutuyordum: Kim Hongjoong.

Bu beni strese sokmaya yetiyor hem de artıyordu. Çünkü ben artık iki kişilik endişe taşıyordum içimde. Bu başkaları için normal de olsa benim için yeni bir histi. Alışmakta zorlanıyordum bu yüzden. Onun hislerini, onun düşüncelerini kendiminkinden daha çok önemsiyordum. Yadırgıyordum, bunu da beden dilimle dışarı vuruyordum fazlasıyla. Bugün pokerface'i oynamak zor olacaktı benim için.

Merdivenlerden çıktığımdan soluklarımın düzene girmesi için biraz daha oyalandım koridorda. Beş dakika geç kalmıştım bile. Ama buraya kadar gelmişken geriye dönmeyecektim. Wooyoung beni evde şişlerdi.

Kapıyı çaldıktan sonra tanıdık "Gel." sesiyle tüylerim diken diken olmuştu. Üstümden tır geçmiş gibi hissetmiştim bir anda. Kapıyı yavaşça aralayarak içeri girdim.

the forbidden  // seongjoong ☆Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin