9."Evet,öyleyim."

627 111 76
                                    

1 Hafta Sonra

Seonghwa

Zaman kavramı durmuş gibiydi. Düşünme yetimi kaybettiğimi hissediyordum artık. Bu iğrenç ve karanlık depoda kaç gün geçirdiğimi bilmiyordum. Bay Lee sürekli gelip gidiyordu. Aldığım darbeleri artık hissetmiyordum. 

Bana vurduğu yerlerde yeni izler çıkmıyordu, öncekilerini tazeliyordu sadece. Sağlam bir yerim kalıp kalmadığından şüpheliydim. 

Bileklerim uyuşuktu, o kadar zorlamıştım ki kendimi kurtarmak için artık onları dahi hissedemiyordum. 

İlk günlerde getirdiği yemekleri yemeyi ne kadar reddetsem de artık bir yerden sonra Bay Lee sinirlenerek onları ağzıma tıkıştırmıştı. 

Tuvalet ihtiyacımı ise depoda bulunan küçük kabin bir yer olduğunu öğrendiğim yerde gideriyordum. Bay Lee beni sadece sandalyeden çözüyordu. Vücuduma o iğrenç elleri değiyor, kendisi beni götürüyordu. Ellerimi çözmüyordu. 

Pantolonumu o açıyordu, boxerımı o indiriyordu. Ben işimi görene kadar kapıdan ayrılmıyor, tıpkı küçük bir çocuğun annesiymiş gibi geri üstümü topluyordu. İlk seferlerde her ne kadar ağrıma gitse de artık buna da alışmıştım. Kaç kez kustuğumu hatırlamıyordum. 

Bir insan olduğumdan bile şüpheliydim. Hiçbir şeye karşı koymuyordum, kaçış yolları aramıyordum. Bir umudum kalmamıştı buradan çıkabileceğime veya birinin beni kurtarabileceğine dair. Benliğimi kaybediyordum adeta. 

O kadar teslim olmuştum ki Bay Lee bana dokunduğunda, boynumdan, yüzümden öptüğünde hareket dahi etmiyordum. 

Bana kıyafetler almıştı, ne kadar banyo yapmasam bile üstümü değiştiriyordu sürekli. Benimle oyuncak bir bebekmişim gibi oyun oynuyordu adeta. Amacının ne olduğunu sorgulamayı bırakalı bayağı olmuştu. 

Bazı günler çok sinirli oluyordu. Beni kendimden geçene kadar dövüyordu. Ertesi gün pişman olarak geliyordu, özürler diliyordu. Çocuğuymuşum gibi ilgileniyordu,  yemek yediriyordu. 

Ağlayamıyordum, keza gülemiyordum da. Birkaç gün onunla tek kelime dahi konuşmamıştım. Sonra canım sıkılmıştı, ne de olsa ondan başka kimsem yoktu. Bu küçük oyunumuza ayak uyduruyordum. 

"Günaydın Seonghwa!" diye gülerek girmişti deponun kapısından. Sanırım bugün iyi olduğu günlerden birindeydik. 

"Günaydın Bay Lee." diye yanıtladım onu. Dün gece uyuyamamıştım halbuki. Kendi isteğimle sandalye tepesinde uyuyakalamıyordum. Uyuyabildiğim tek anlar Bay Lee'nin beni kendimden geçirene kadar dövdüğü anların hemen ertesiydi. Vücudumdaki uzuvlar işlevini kaybetmişti artık. 

Nefes aldıkça bir yerim batıyor, acıyor veya ağrıyordu. Özellikle başım sürekli yere düşürüldüğümden dolayı sürekli bir zonklama içerisindeydi. 

"Tuvalete gidelim mi?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Olabildiğince kendimi tutuyordum, o anları yaşamak istemediğim için. 

"Kahvaltı için börek aldım, sever misin bilmiyorum gerçi." dediğinde elindeki poşeti alet masasının üstüne bırakıp hazırlığa koyuldu. 

Sol duvara dayalı portatif masayı alarak önüme açtıktan sonra bir başka sandalyeyi karşıma koydu. Rutin haline gelen hareketlerini aynı bir robotun programlanması gibi aynı şekilde ve aynı düzende yapıyordu. 

Alet masasına bıraktığı poşeti alıp bana doğru geldikten sonra karşıma oturarak poşetin içinden aldıklarını özenle masaya yerleştirdi.

"Sana ne kadar iyi bakıyorum görüyor musun? Hepsi daha çok delirmemen için. Zaten delisin." dedi ardından işaret parmağını kafasının yanında döndürüp salakça bir surat ifadesi yaptı. "Kafadan birkaç tahtan eksik yani anlıyor musun?"

the forbidden  // seongjoong ☆Where stories live. Discover now