14."Sevgilin gelmedi mi?"

680 102 39
                                    

~2 hafta sonra ~

Kulaklığımı takmış, bulutlu hafif rüzgârlı bahar havasının tadını çıkararak yürüyordum gideceğim yere doğru.

Biraz kafamı toplamak için izin istemiştim Wooyoung'tan. Tek başıma dışarı çıktığımda hâlâ endişelense de yavaş yavaş alışıyordu. Ben de öyle. Artık içimde o kadar büyük bir tedirginlik yoktu. Bunda Hongjoong'la geçirdiğimiz seansların etkisi çok büyük olmuştu doğrusu.

Parmaklarımdaki alçı çıkmıştı, vücudumdaki izler de silikleşiyordu neredeyse kaybolmak üzereydi. Omuz askım bir süre daha benimle olacaktı ama ona da alışmıştım.

Zaman her şeyin ilacıdır sözü bazen doğru, bazen de bir o kadar yanlış olabiliyor. Zamana bıraktıkça iyileşen sadece fizikî yaralar oluyor, hâlbuki ruhumuzda açılan yaralar bu şekilde üstüne düşülmeden bırakıldığında çok büyük enkazlar altında bırakıyor bizi.

Belki Bay Lee ile ilk yaşadığım olaydan hemen sonra ruhumu iyileştirmek adına adım atsaydım, yine bu durumda olmazdım. Yine de geç kalınmış karar hiç alınmamış karardan iyidir.

Artık herkes eskiyi hatırlamamı bekliyor. Bunun için bir engel kalmadığını, sadece bana ve hatırlamak isteyip istemediğime bağlı olduğunu söylüyor Hongjoong. Wooyoung her eve girdiğimde umutla suratıma bakıp ona vereceğim haberi bekliyor.

Hatırlamak istiyorum. Onların bunu beklediğini biliyorum. Ama bir yandan da istemiyorum ve bunun sebebini bilmiyorum.

Derin bir nefes alıp temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Ellerimi ceketimin cebine sokup etrafı izlemeye başladım düşüncelerimi biraz olsun susturmak adına.

Hongjoong bu sıralar çok yoğun çalışıyordu. Bana anlatmamıştı ama Wooyoung'un San'dan öğrendiğine göre benim yüzümden aksayan randevularının, seanslarının telafilerini koyuyor ek mesai yapıyordu.

Bu yüzden Wooyoung'la evimize geçmiştik bir hafta kadar önce. Sadece ilk gece gerilmiştim. Wooyoung da bunu fark ettiği için gerilmişti ve o gece uyumak yerine sabaha kadar film izlemiştik. Gerçekten düşünceli biriydi ve bana asla zarar vermeyeceğine tam anlamıyla emin olmuştum.

En büyük gelişme ise Bay Lee'yi en son Hongjoong'un evinde terasta görüşümdü. O zamandan beri hiç görmemiş veya duymamıştım. Tahminimce onu gelip bizzat görmemi bekliyordu. Ancak o cesaret kırıntısını içimde bulamıyordum.

Dinlediğim şarkı durduğunda telefonumu cebimden çıkarıp ekranda beliren kayıtlı olmayan numaraya baktım.

Cevaplayıp tekrar cebime bıraktığımda bir kadın sesi doldurdu kulağımı.

"Seonghwa?"

"Buyrun?" diye yanıtladım. Sesi tanıdık gelmiyordu ve telefonum en son kırıldığı için yenisinde kimsenin numarası yoktu neredeyse.

"Oğlum, benim annen." dediğinde sesi titredi. Yürüdüğüm kaldırımda durdum aniden.

Ne hissedeceğimi şaşırdım demek yalan olmazdı. Çünkü ben ailemden hiçbir haber alamayınca onları öldü ya da beni sildiler diye düşünmüştüm. Başıma gelenlerden haberleri olmaması imkansızdı ve ona rağmen bana bu kadar süre ulaşmaya çalışmamaları beni onların olmadığına inanmama itmişti.

Kimseye soramadım. Ne Wooyoung'a ne Hongjoong'a. Ancak olmamalarına onlarla olan hiçbir anımı hatırlayamadığım için üzülememiştim de.

Çünkü benim için hiç varolmamış gibilerdi.

"Anne?" diye sordum tekrar emin olmak için. Adımlarım benden habersiz bir bank bulduğunda oraya yıkılır gibi kendimi attım.

Karşı hattan burun çekme sesleri geldiğinde kaşlarımı çattım. "Küçük prensim, neredesin?" diye sordu bu sefer.

the forbidden  // seongjoong ☆Where stories live. Discover now