18. "Otoparktaki kameralar."

491 81 28
                                    

"Benimle Kanada'ya gelmeni istiyorum." dedi annem. Şaşırmıştım hatta şok olmuştum bile diyebilirdim. 

Yıllar sonra bir anda çıkıp hayatıma tekrardan dahil oluyor üstüne üstlük doğup büyüdüğüm ülkeyi terk etmemi, her şeyi arkamda bırakmamı istiyordu benden. Nasıl yapabilirdim ki bunu?

Ellerimi çektim kendime, onun masada boş kalan ellerine baktım biraz daha. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, böyle bir şeyi yapmayacağım." diye ekledim. 

"Sana farkındaysan soru sormadım Seonghwa. Sana daha iyi gelecek. Bundan eminim." dedi söylediklerine ters olarak yumuşak bir ses tonuyla. 

Tam olarak bana nasıl iyi gelebilirdi ki? Yakın arkadaşlarımla bile daha yeni yeni sağlıklı iletişim kurabilmeyi öğreniyorken benden nasıl tamamen yabancı insanlarla anlaşmamı bekleyebilirdi? Nasıl yetiştiğini bile bilmediğim insanların arasına girmemi istiyordu. Buradaki sevdiğim insanlar ne olacaktı? 

"Oğlum, Kore'de pek güzel anıların yok. Yeni bir ülke, yeni yerler, yeni insanlar.. Sana gerçekten iyi geleceğine eminim. Hem Kanada'daki üniversiteleri de araştırdım senin için. Çok daha kaliteli bir eğitim göreceksin." dediğinde dikkatle onu dinliyor bir yandan hala muhakeme ediyordum söylediklerini kafamda. "İşinde çok yetenekli psikiyatristler de var, birkaç tanesini arayıp görüştüm bile." 

Hongjoong

Onu bırakamazdım. Mümkün değildi. 

Annemi dinlemek o saniyeden sonra anlamsız gelmişti. Oturduğum yerden kalktım hızla. "Özür dilerim anne ama öyle bir şey olmayacak." 

"Seonghwa!" diye bağırdığında annemin en son ne zaman bana böyle bağırdığını hatırlayamamıştım. Annem yapı olarak sakin bir kadındı. Yine de duraksamadım. Mutfağa oradan da salona geçtim. Peşimden geliyordu. 

"Sana sormuyorum, geleceksin. O kadar! Anlıyor musun?" diye sesini bana ulaştırmaya çalışmak için bağırmaya devam ettiğinde ağzıma gelen tüm cümleleri yuttum. Onun kalbini kırmak istemiyordum ve konuşursam ağır konuşacak gibiydim. "İstemiyorum." dedim sadece. 

Salondayken bana yetiştiğinde kolumdan kavradı. Ona dönmek durumunda kaldım. Yüz ifadesi oldukça sinirli gözüküyordu. Hızlı hareket ettiğinden olsa gerek siyah perçemleri gözlerinin önüne düşmüştü. "Senin keyfine, isteyip istememene göre hareket edebilecek durumda değiliz." dedi biraz daha sakin kalmaya çalışarak. Kelimelerin üstüne tek tek vurgu yapıyordu. 

Annem görüşmeyeli biraz değişmiş gibiydi. 

Derin bir nefes aldım sakinleşmek adına. Ama sanki kanım kaynıyordu hatta uzun zamandır bu kadar sinirli hissettiğimi hatırlamıyordum. Çenemi sıkmaktan başıma ağrılar girmeye başlamıştı ufaktan. 

"Gelmeyeceğim." dedim kolumu bırakması için kendime çekmeye çalışarak. Daha sıkı tutmaya başlamıştı. 

"Ben senin annenim, beni dinlemek zorundasın! Niye inat ediyorsun anlamıyorum." dediğinde ses tonu yine yükselmişti. 

Kolumu sertçe kendime çektiğimde eli bırakmıştı kolumu. "Annemsin öyle mi?" diye sordum daha çok kendi kendime. "Sekiz senedir neredeydin anne?" 

Afalladı. Siniri hemen yatıştı, şimdi daha çok üzgün gözüküyordu ama bu beni durdurmadı. "Hayatımın en zor döneminde yine kendi kendine aldığın kararlarla oğlundan uzaklaşmadın mı sen? Sırf benim için iyi olacak diye hem de?" 

Gözleri dolmuştu. Sinirimin birazını atabilmek adına saçlarımı çekiştirip bir sağa bir sola yürüdüm salonda. "Benim güvende olmaya ihtiyacım yoktu, annemin yanında olmaya ihtiyacım vardı ama."  

the forbidden  // seongjoong ☆Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon