VATOZ FELSEFESİ-12

150 40 8
                                    

Saat yediye gelirken zile bastım. Bir kaos çıkması ihtimalini hesaplayıp, kendimi her türlü azara hazırlamam gerektiği daha mantıklı bir fikir olarak görünmüştü gözüme. Hava şartlarından dolayı buz gibi olmuş apartman kapısı açılınca içeriye girdim ve yavaş adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım. Telefonuma gelen cevapsız aramaların, mesajların ve dün yaşanan tehlikeli olayın acısını çıkartacaklardı benden. Yutkunarak daire kapımızın önüne gelip, ayakkabımı çıkarttığımda beni bekleyen abimdi. Çatık kaşları salondakilerin durumunu az çok açıklıyordu. Aramızda yaşanan kısa süreli gerginlik, yalancı bir gülümsemeyle yüzüne bakmama neden oldu. Konuşmuyorsak, gülerdik biz de.

Montumu çıkartıp ağır adımlarla salona geçtim. Önce kafamı soktum içeriye. Ortamdaki gerginliği ölçmeye çalışıyordum. Pozitif enerjinin etrafa yayıldığına dair birçok makale okumuştum. İçeriye mutlu girersem, belki biraz yumuşatabilirdim ortamı. Abim benden önce salona girip, yüzüme garip garip baktı. Bazı hareketlerimin sebebini anlamaları, benim de onlara anlatmam zordu. Yüzümdeki mağaza görevlisi gülümsemesiyle boğazımı temizleyip içeriye geçtim.

"Hayırlı akşamlar benim canım ailem! Biricik kızınız geldi." Sessiz bakışları arasında babaannemin yanındaki boş yere oturdum. Evdeki en korunaklı yer onun yanıydı şu anlık. Babam gözlüğünü çıkartıp önündeki masaya koymak üzereyken tekrar taktı. Bileğime odaklanmıştı, onun bu hareketiyle ben de baktığı yere baktığımda bandajı çıkartmadığımı fark ettim.

"Ne oldu senin bileğine?" Dün koca yıkım aracını kullanırken içime dolan cesaretin kırıntısı bile yoktu şimdi. Yutkundum ve iç sesime kulak verdim. Sakin olmamı ve doğruyu söylememi telkin ediyordu.

"Bilek... bileğim... küçük bir kaza baba. Önemli bir şey değil yani." Onlar videodan bahsedene kadar, konuya girmeye niyetim yoktu. Haberleri olduğundan yüzde yüz emindim. Annem elinde evirip çevirdiği yastığı bir kenara bıraktı. Annemi o kadar iyi tanıyordum ki kızarmaya başlayan yanaklarından kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum. İçimizde kalanları söyleyemediğimiz zamanlarda yanaklarımızın kızarması, ikimizin ortak noktasıydı.

"Ne kazasıymış bu? Gazetede mi oldu?" Babaanneme biraz daha sokuldum.

"Yok, inşaatta oldu. Haber yapmak için gitmiştim, malum güvenlik gerektiren bir yer." Onlar lafı uzattıkça benim de uzatacağımı anlamış olan babaannem bir anda yerinde zıpladı. Sakin ama gergin ortamdaki bu ani hareket hepimizin irkilmesine neden olmuştu.

"Ay yeter! Girecekseniz girin konuya canım. Numune vinç tepelerinde ne işin var senin yavrum? Sahile diye evden çıkıyorsun, duvarlara tosluyorsun! Bir şey gelse başına ne olacaktı? O yanındaki polis de yalan söyledi bize, hiç gözüm tutmamıştı zaten onu!" Yakınlaştığım kadar uzaklaştım babaannemden. Gençliğinde asla uslu durmadığını bilmesem nasihatlerini iyice dinlerdim ama ağaç dallarından şelale başlarına kadar hiç de güvenli olmayan hatıraları vardı. Bakışlarımdaki ithamı fark etmiş olacak ki konuşmayı bıraktı. Hatıralarını gözden geçirmeye başlamış olmalıydı.

"Nigar hanımın ne suçu var babaanne, Numune yapmıştır!" Abime döndüm şaşkınca. İki günlük tanıdığı birini savunuyordu resmen.

"Abi inanamıyorum sana, savunman gereken kişi kardeşin. Tamam, Nigar komiserin suçu yok ama direkt beni suçlaman da çok yanlış." Omuzlarını silkip arkasına yaslandı. Hanım köylü diye geçirdim içimden. Ona yapacaklarımı sonraya erteleyip televizyonu açan babama baktım.

"Bakalım ehliyeti bile olmayan kızımız, koca aracı nasıl kullanmış?" Bir gün ünlü olmayı hayal ediyordum ama bu şekilde değil. Spiker, eğlenceli görüntüler başlığı altında haberi sunduğunda sinirden ağlamak üzereydim. Bir de arka plana yöresel müzik eklemişlerdi. Normalde başıma bir şey gelecek diye korkan annem bile elini ağzına kapatmış gülüyordu. Abim bir daha benimle görüşmek istemediğini söyleyebildi zar zor nefes alırken. Sinirlerim daha fazla yıpranmadan söylene söylene odama gittim.

NUMUNE ŞAHISWhere stories live. Discover now