UZAYLI AYİNİ - 10

55 16 0
                                    

Karargâhtan çıktığımızda hava kararmıştı. Ölüm sessizliği vardı üzerimde. Komutanın teklifinden sonra ağzımı bıçak açmamıştı. "Ben bir düşüneyim" bile dememiştim. Eve dönmek bana umut veriyordu çünkü. Geride kalan sevdiklerime kavuşma hayali beni cesaretlendiriyordu. Komutana olumlu cevap vermek, bir daha ailemi görememek demekti. Asaf buradakilerin ailesi olmadığını söylediğinde yaşayan ölü olacağımızı kastediyordu. Buna hazır değildim. Benim gibi birisi için bile bu teklif ağırdı. Onları tanımak, içlerinde bulunmak farklı bir deneyimdi ama tamamen bu oluşuma dahil olmak bir hayattan vazgeçmek demeti.

"Bir düşüncen var mı?" Asaf ıssız yolda, saymadığım dakikalar sonra ilk kez konuştu.

"Olmaz mı?" dedim histerik bir gülüşle. "FBI'dan da teklif gelmişti. Hangisini tercih etsem diye düşünüyordum."

"Hm, benim burada olduğumu göz önünde bulundur. Ona göre karar ver."

"İlk kriterim bu." Yalancı hevesim yüzüme yerleşip, dudaklarımı sevmediği eski okul arkadaşıyla karşılaşılınca gösterilen nezaket dolu gülümsemeye zorladı. Ne boğucu bir geceydi! "Evime dönmek istersem, hafızamı silecekler değil mi? Buraya hiç gelmemiş gibi olurum. Peki, evime gönderirler mi? Bu haksızlık değil mi Asaf?" Teşkilatın kurallarına isyan ediyordum son cümlemle. Beni onaylayacak değildi, biliyordum. Olan biteni görmüş bir gazeteciyi, öyle elini kolunu sallaya sallaya evine göndermezlerdi.

"Haksızlık değil Numune. Ama hak da değil. Hiçbir şey değil! Bu gece olmaması gereken diğer şeylerden biri de düşünmek. Önünde iki koca gün var. Kendine iyi gelen kararı vereceğinden eminim."

"Sen ne düşünüyorsun kararım hakkında? Sence ne demeliyim?" Asaf'ın düşüncelerini de merak ediyordum. Halâ benden kurtulmak istiyor muydu yoksa ekibin bir parçası olmamı kabullenir miydi? Korkut izin vermezdi, Nigar da öyle. Arkamdan geleceklerini bilerek dediklerini yapmazdım ben de. İlk kez daha onlar izin vermeden dediklerini yapmak istiyordum. Nigar arkamı kollamayacaksa, başını kaldırıp güvenle gülümsemeyecekse, gazetede Korkut'un tertemiz ellerine teslim etmeyeceksem yazdıklarımı, "günler geçiyor ve başarıyoruz Numune" demeyecekse ne anlamı kalırdı?

"Haydi, seni piramitlere götüreyim."

"Ne?"

"Piramit diyorum, görmek istemez misin? Gize, Keops, Kefren... Görürsün bir kaçını." Onayımı almadan direksiyonu çevirdi. Bir gece vakti piramit görmek elbette hoşuma giderdi. Bunun beni rahatlatacağına inanıyordum. Koca bir tarihe yol almışken, içime kıpır kıpır bir heyecan yerleşti.

***

Yüz otuz dokuz metreyi kaç saatte tırmanır insan? Bir büyünün tesirindeyse eğer, dakikalar sürebilir zirveye ulaşmak. On dakika, yirmi dakika... Sonuç, zirve. Keops piramidinin zirvesinde, yıldızlara en yakın yerde, ayaklarının altında bir şehir seyretmek yaşadığı süre içerisinde hatırladıkça insana coşku verecek ve daima gülümsetecek bir an olur. Rüzgar daha sert esiyor, dağınık saçlarım yüzüme yapışıyor ve içim içime sığmıyor. Kahkaha atarak bağırmak istiyorum. Etraf sessiz. Yanımda bana bu çılgın teklifi yapan Asaf var sadece. Bulunduğumuz noktada durmak yasak. Yakalanana kadar keyfini çıkartmak ise asli görevimiz. Sağımda solumda iki piramidin tepesi gözüküyor. Onlardan bile yüksekteyiz.

Yıpranmış taşların üzerine oturup, sırtındaki siyah çantayı yere bıraktı. Onun sakinliğinden, bunu daha önce yaptığı anlaşılıyordu. İstediğin zaman piramitlere tırmanmak, ne nimet ama! "Yorulmadın mı? Otursana." Terden sucuk olmuştum, üstüm başım toza bulanmıştı. Ama bulunduğum konumun bana verdiği adrenalin oturmama engeldi. Herhangi bir yükseklikte olmadığımı biliyordum. Heyecanım bundandı.

NUMUNE ŞAHISWhere stories live. Discover now