"Bir ufak büyü meselesi."

3.2K 342 125
                                    

Bölümü anlatanlar Eylem ve Artun Han olmak üzere değişiyor sürekli. O kısımların üzerine kimden yazıldığını belirttim. Çok karışmaz umarım :)

Yorumlarınızı mutlaka bekliyorum.


Eylem

Hayatı fazla ciddiye almaktan da hayatı fazla ciddiye alandan da hoşlanmazdım. İnsanların aşkından ölecek kıvama gelmesi, ailelerine olan saçma bağlılıkları, arkadaşlarının doğum günlerinde paylaştıkları abartılı sosyal medya gönderileri hep midemi bulandırmıştır. Toz kadar değerimizin olmadığı evrende kendini olduğundan fazlası gören ve duygularını her şeyin önüne koyan insanlar benim tepemi fena attırırdı.

Kendim dahil herhangi biri için endişelenmek çok beklenmedikti. Evet ben kendim için bile endişelenmezdim. Bir patlamayla geldiğim evrenden sessiz sedasız bir şekilde defolup gitmek beni endişelendirmezdi. Hani Teoman demiş ya "Dünya zaten yalan dolan, kaderden kaçamaz insan." Tam olarak böyleydi benim hayat mottom hah bir de aynı şarkının şu kısmında hep kendimi bulurdum. "Ne yazık ki tek tabanca, serseri doğdum serseri ölücem..." kendimi fazlasıyla inandırmıştım sevip sevilmeyeceğime. Sadece birazcık fizik yapıp iz bırakmadan serseri ölmek benim kaderimde var diye düşünürdüm hep. Oysa hayat bana bundan çok fazlasını vermişti.

Hayat bana vermişti vereceğini de ben hiç bu kadar hızlı geri alacağını düşünememiştim. Oturduğum köşede tam karşıma dikmiştim gözlerimi aslını sorarsanız nereye baktığımın hiçbir önemi yoktu çünkü her yer karanlıktı. Ben öyle bir karanlığın içinde kalmıştım ki hem fiziksel olarak bir şey göremiyordum hem de içim tamamıyla kararmıştı. On üçüncü güne kadar bu iğrenç zindanda geçen günlerimi saymıştım. Işık girecek herhangi bir nokta olmadığı için gün ne zaman ayıyor ne zaman batıyor bilmiyordum ben de bu yüzden tam on üç gün boyunca dakika sayma oyunumu oynamış kaç gün geçirdiğimi hesaplamaya çalışmıştım. Tabii arada uyukladığım için işler biraz karışıyordu ancak sayılarla aram iyiydi ve bir şekilde doğru hesapladığıma emindim.

On üçüncü günün ortalarında aniden saymayı kestim. Sayı sayabilecek takati kendimde bulamadım. O an bıraktım her şeyi. Düşünmeyi, direnmeyi ve saymayı. Artık sadece sonu bekliyordum. Buğra Şah bana ne süre daha katlanacaktı hiçbir fikrim yoktu. Ne kadardır burada olduğumu dair bir fikrim yoktu. Belki bir ay belki iki ay belki bir yıl inanın bilmiyordum.

İki yıl önceki Eylem bu halimi görse hayatı ne kadar ciddiye aldığımı görüp kahkahalarla güler ve benimle iyi bir dalga geçerdi. Ancak iki yıl önceki Eylem hiç Artun Han kadar aile hissettiren biriyle tanışmamıştı. İki yıl önceki Eylem hiç Eray Paşa'yı korumak istediği kadar birini korumak istememişti. Ve iki yıl önceki Eylem her koşulda sadık kalacağı, her sarıldığında güvende hissettiği, tamamıyla aşık olacağı birisine sahip değildi. Yani iki yıl önceki Eylem beni asla anlayamazdı.

Zindanın kapısı açıldığında içeri sızan ışıkla gözlerimi kapadım. En ufak ışığa bile tepki veriyordum istemsizce. İçeri keyifli bir ıslık çalarak giren Buğra Şah tam karşıma bir sandalye çekip oturdu. "Bugün bil bakalım neredeydim?" onunla konuşmamı gerektiren hiçbir durum olmamasına rağmen sırf delirmemek için ağzımı açtım. O kadar acınasıydım ki hayattaki en nefret ettiğim kişi bile olsa karşımdaki adamla iki kelime konuşabilmek için çabalıyordum. "Neredeydin?"

"Artun Emir Han ile görüştüm."

Gözlerim uzun zamandır duymadığım ismi duymamla özlemle açıldı. Sadece adını duyduğumda bile ağlamamak için kendimi kasmam gerekiyordu. "N-nasıldı? Ne konuştunuz ki?" titreyen sesimle sorduğum soruya kahkaha attı. "Birbirinize cidden aşık olduğunuzu düşünürdüm Artun Emir'in hastalıklı bir şekilde o aptal vezire takıntılı olduğunu bilmesem. Gerçi illa bir sevgilisi olacak değil ya..."

Aynanın Diğer TarafındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin