"Ya Artun Han benim yansımamdı ya da ben onun."

8.5K 746 48
                                    

Hayat devam ediyordu. Her şartta devam ediyordu. Korkunç bir kaza geçirip yürüme yetinizi kaybetseniz de, evleneceğiniz adam tarafından düğünden bir hafta önce terk edilseniz de ya da benim gibi aniden dört yüz yıl önceye düşseniz de hayat devam ediyordu.

Kelebek Konağı diye bir yer olmadığını öğreneli iki gün olmuştu. İlk gün sabaha kadar boş boş oturmuş biraz ağlamış biraz Allah'a isyan etmiştim. Mantıklı düşünemiyordum bile. Sabahsa Mustafa ve Hakkı Dede işe gittikten sonra gün boyu dışarda oynayan çocukları izlemiştim pencereden. Akşam erkenden uyumuş yine düşünme işini sonraya ertelemiştim. Uyandığımda artık saçlarımın fazla yağlanması beni rahatsız etmeye başlamıştı ve günlerdir zaten eve döneceğim diye ertelediğim banyo işini Hakkı Dede'ye sormuş nasıl banyo yaptıklarını öğrenmiştim. Bu korkunç deneyimi anlatmak bile istemiyorum sonuç olarak artık temizdim en azından. 

Akşam yemeğinden sonra Mustafa dışardaki tuğlaları eski eşyalarını koydukları kilere benzer yere yerleştirmeye çalışırken ona yardım teklif etmiştim ancak kız başıma  nasıl taşıyacağımı, belimi mi kırmak istediğimi söylemişti. Mustafa da bazen feminizmin son düşmanı gibi davranıyordu ama onu böyle kabullenmiştim. Aslında küçük bir basit makine düzeneği kurup çok daha kolay bir şekilde taşımasını sağlayacaktım ama saatlerce bunu nerden öğrendiğimi soracağını biliyordum. Kendisini artık yeterince tanımıştım ve ona yıllardır fizik eğitimi aldığımı anlatamayacağıma göre vazgeçip odama gitmiştim. 

Düzgünce düşünmenin ve bir plan kurmanın zamanı gelmişti. Birkaç saat zaman yolculuğunu bilimsel olarak düşündüm çantamdaki kağıt kalemi günler sonra çıkarıp matematiksel denklemler kurmaya çalıştım ama kesinlikle bunu çözebilecek kadar zeki ya da bilgili değildim. Her türlü yaşadığım şey bilime aykırıydı. Bir aynaya dokunmuştum ve BUM! Bu imkansızdı. Yine de yıllarca aldığım eğitim mantıklı bir çözüm bulmaya beni zorluyordu. En azından o kadar yıl dersime girmiş hocalar hatırına birazcık kafa yormaya çalıştım.

Öğrendiğim bilgileri gözden geçirdim, Fizikte teorik olarak zamanda yolculuğun üç yolu vardı;

1-Solucan delikleri: bu teori Einstein'ın genel görelilik kuramıyla da uyuşuyordu yani eğer bir solucan deliğinden geçerseniz geçmişe gidebilirdiniz. Tabii ki bu daha önce hiç gerçekleşmemişti. Zaten benim aynamın da solucan deliğine benzer bir tarafı yoktu.

2-Kara delikler: Bir karadeliğin içine düşmediğime %100 emindim bunu direkt elemiştim. Eh zaten kara deliğe düşsem muhtemelen bir parçamı bile bulamazlardı.

3-Işık hızından daha hızlı seyahat ederek geçmişe dönmek: Realistik değildi. Yani yıllarca deneyler yapılmış ve başarılamamış şey ben bir aynaya dokundum diye mi olacaktı, imkansız! Kim öyle bir düzenek kurabilirdi ki? Ayrıca neden gidip de bir konağa kuracaktı bu düzeneği?

Aklıma başka hiçbir bilimsel yöntem gelmiyordu. Resmen bir mucize gerçekleşmişti. Bir ara acaba zamanda yolculuk yapmakla kalmayıp paralel evrenlere mi geçtim diye düşünmüştüm ama gerçekliği bile kesin olmayan paralel bir evrene gidebilme düşüncesi hayal gücüm için fazlaydı. Güçlü bir inancım yoktu. Ama artık bu işin kesinlikle Tanrıyla bir bağlantısı olduğunu düşünmeye başlamıştım.

 İyi de Tanrı neden beni geçmişe göndermek istesindi ki! Seslice oflayıp elimdeki defter ve kalemi bir köşeye fırlattım. İçim çok daralmıştı. Pencereden baktığımda bahçedeki ağacın dibine yatmış yıldızları izleyen Mustafa'yı gördüm. Bir cesaret yerimden kalkıp yanına gittim. Geldiğimi göründe hafifçe doğruldu "Hayırdır?" 

"Ne oldu ben de yıldızları izleyeceğim. Yoksa kadınlar izleyemez mi?" Dalgalı soruma karşı göz devirip tekrar yattı. 

"Sen yorulma diye öyle dedim sabah. Kadınlar erkekler kadar güçlü değil. Yoksa senin memleketinde böyle işleri kadınlar mı yapar?" Yanındaki boşluğa yatıp ben de yıldızları izlemeye başladım. "Kadınlar mı güçlü değilmiş? Benim geldiğim yerde kadınlar her istediğini yapar. Bazen senin gibi erkekler bizi küçük görür ama biz dinlemeyiz. Kadınlar köprüler yapar, insanları yönetir, şarkılar söyler, hastalıkları iyileştirir hatta savaşırlar. Canları ne istiyorsa işte."

Şaşırmış gibi yüzüme baktı. "Sen ne yapıyordun peki evindeyken. İlaç yapmak dışında." Sorduğu soruya şaşırdım. Dediklerimi saçmalık bulur benimle alay eder sanmıştım. "Ben... ben pek bir şey yapmam eğer buraya gelmesem okula gidecektim okulum bittikten sonra da öğretmen olmak istiyordum." Aslında bazen akademik kariyer yapma istediğim olurdu ama tembel bir öğrenci olarak bu hayallerime gem vurur fizik öğretmeni olmaya karar verirdim ama kim bilir belki buradan dönünce tecrübelerimi aktarır modern fiziğe yeni bir bakış açısı getirirdim. Bu düşünce beni mutlu etmişti. 

"Nasıl yani kadınlar da mı mektebe gidiyor?" Sorusuyla kahkaha attım. Aslında komik değil trajikti. Kadınlar o kadar çok yol almıştı ki bu yıllar içinde içim saçma bir gururla dolmuştu. "Ne sandın çiçeğim, hem ünlü düşünür Beyonce ne demiş? Dünyayı kim yönetiyor, KIZLAR!" coşkulu sesime karşı göz devirdi. "Yine hangi dilde saçmaladın acaba." Daha fazla bu konuyu konuşup kafasını karıştırmamak için başka şeylerden bahsettim. 

"İnsanlar ilerde aya kadar gidebilir mi sence? Parmağımla gösterdiğim aya bakıp iç çekti. "Saçmalama, nasıl gitsinler haşa peygamber miyiz biz." Bu çocuk beni eğlendiriyordu. "Bence giderler. Kim bilir neler var yukarda." Ben hala gökyüzünü izlerken cevap vermemesi üzerine kafamı çevirdim. Gökyüzünü değil beni izliyordu. Ben de bir süre ona baktıktan sonra ilk kafasını çeviren o oldu. Yutkunduktan sonra yavaşça kalkıp elini bana uzattı. Tuttum ve ben de yattığım yerden kalktım. Konuşmadan eve geçtik.

O gece odama erkenden girdim bu sefer amacım uyumak değil kafamda ki düşünceleri yazıya dökmekti. Bu iş artık çığırından çıkmıştı ve benim bir şeyleri yoluna koymam gerekiyordu. Hakkı Dedenin bana verdiği iki mumu da yaktıktan sonra kağıt kalemi çıkarıp yazmaya başladım. İlk önce Kelebek Konağında gördüğüm adamın bana dediklerini düşündüm. Sonuçta gelecek zamanda gördüğüm son kişi oydu. 

"Onu kurtarmak senin elinde, dünyayı kurtarmak senin elinde. Herkesin aynasının öbür yüzünde başka biri vardır ama kelebeğinkinin öbür yüzünde tehlike var uç ve onu kurtar. Ama sakın değiştirme tarihi yoksa öldürürsün hepimizi." 

Aynen böyle demişti, kelimesi kelimesine aklımdaydı. Onu kurtarmak senin elinde demişti peki kimden bahsediyordu? Kelebek derken beni mi kastediyordu? Ya da Hakkı Dedenin anlattığı hikayeyi düşünürsek kelebek Artun Han olmalıydı onun aynasının diğer tarafındaysa ben vardım. Kelebek dövmeli bir Eylem. Eğer kurtarmam gereken kişinin Artun Han olduğunu varsayarsak okuduğuma göre bu adam yaklaşık yirmi beş yaşında ölüyordu. Peki şuan kaç yaşındaydı?

Aynanın önüne bir cisim konulur diğer görülen ise sadece onun yansımasıdır. Dışardan bakan hangisi yansıma hangisi gerçek anlayamaz. O zaman ya Artun Han benim yansımamdı ya da ben onun.  Yine de bir sonuca varmak gerekirse aynı olmalıydık yani o da benim gibi yirmi iki yaşında olmalıydı. O zaman sıkıntı neydi? 

Zaten yirmi beş yaşında ölecek bir adamı neden benim kurtarmam gerekliydi ki? Sakın değiştirme tarihi demişti. Nasıl değiştirebilirdim ki tek başıma? O an aklıma Batuhan'ın bana verdiği kitap geldi ve Artun Emir Hanla ilgili bildiğim her şeyi yazmaya başladım. Doğduğu günden itibaren yazdım. Kendinden on yaş büyük bir abisi vardı. Babası zehirlenerek öldürülmüştü, kimin zehirlediği bilinmiyordu. Hem sarayda hem hanedanın kalanında bir çok düşmanları vardı ve sıklıkla Artun Han'a da suikast girişiminde bulunuluyordu. Her seferinde bir şekilde kurtulmayı başarmıştı.

On üç yaşında tahta geçmişti abisi zor bir çocukluk ve gençlik yaşamıştı annesi ise kendisi hükümdar olduktan iki yıl sonra ölmüştü. Bir de Genç Eray Paşa vardı. Artun Hanın annesi de öldükten sonra her şeyi olmuştu. Sıklıkla ölüm tehditleri alırmış ama çok zekiymiş ve düşmanlarının üstesinden ustalıkla gelmiş ne yazık ki daha yirmi dört yaşındayken canice öldürülmüş. Şuan yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum çünkü Genç Eray Paşa mı, Artun Emir Han mı daha büyüktü hiçbir fikrim yoktu. Bunları yazdıktan sonra aklımda kalan suikast girişimlerini tek tek yazdım. Zehirlemeye çalışıldığını son anda fark edildiğini, ava gittiklerinde ormanda düşman ülkenin askerleri tarafından esir alındığını, verdiği ziyafette gelen ziyaretçilerden biri tarafından az kalsın hançerleneceğini...

Ne okuduysam hepsini yazdım sadece kronolojik sıralamayı bilmiyordum ama o da sıkıntı değildi. Hepsini yazıp en sonunda başımı defterden kaldırdığımda günün ilk ışıkları eve giriyordu. Kaç saat düşünüp kaç saat yazmıştım bilmiyordum. Bu olayın nereye varacağını da bilmiyordum ama bu defteri asla yanımdan ayırmayacaktım ve çok da kuvvetli olmayan altıncı hissim bu sefer beni yanıltmazsa kısa süre sonra Artun Emir Han'ı bizzat kendim görecektim.

Aynanın Diğer TarafındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin