0.6 episode: Not Real

1.6K 137 51
                                    

-Rindou'dan-
Çok pis batırmıştım.

Sanzu'nun, abimin kızı olduğuna dair zırvaladığını duymuştum ama pek umursamamıştım. Zaten Takeomi'yle önemli bir görevin ortasındaydık.

Ama şimdi, bu kızı karşımda kanlı canlı görünce... Gerçekten Ran'a çok benziyordu. İlk başta makyajla falan hallettiklerini düşünmüştüm ama...

Karşımda, içinden saydırdığı belli olan kıza baktım. Sarı, uzun saçlarını Ran'ın küçüklüğündeki gibi iki yandan örmüştü. Mor gözleri bana mal dermişçesine bakıyordu. Kısa ve cılızdı. Üstünde kendisine fazla büyük gelen siyah, düz bir kapüşonlu vardı. Altındaysa, paçalarını kıvrılmış olan kahverengi bir pantolon vardı.

En çok garipsediğim şey, ustaca kaçışlarıydı. Şanslı mı demeliydim?

Sanmam.

Bu onun kanında vardı.
≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈
-Kanade'den-
Kabul etmeliydim ki, amcamla pek iyi bir şekilde tanışmamıştık. Ama en azımdan beni gebertmemişti.

Yani. Henüz.

Sanırım.

Yok ben güvenemiyorum bu adama , zaten silahı da neresinden çıkardı belli değil. Neyse şu an güven problemlerimden daha önemli şeyler vardı.

O bok gibi odadan çıkmıştık ve üst kata gelmiştik. Her yer darmadağındı, nasıl bu hale geldiğini anlamamıştım bile. Bir vazoyu çarparak kırmışım-ki ben onu Rindou'nun kırdığına inanıyorum. Yastıklar yerdeydi, koltuk devrilmişti. Duvarlarda kurşun delikleri vardı.

Dağınıklıkla yalnızca bakışıyorduk. İkimiz de bir hamle yapmamıştık.

Kilit sesi duyulduğunda, bedenimden bir ürperti geçti. En son kapı açılma sesi duyduğumda hiç hoş olaylar olmamıştı.

Gelen Ran'dı. Bir bize, bir de evdeki kaos ortamına bakıyordu.

"Ne b*kum oluyor burada?"

(2 saat sonra)

Şu an çok lüks bir odada oturmuş, bulabildiğim her türden atıştırmalığı yiyerek televizyon izliyordum.
Ran, Rindou'yu alıp gitmişti, ne yaptıkları hakkında bir fikrim yoktu.

O cesetler muhtemelen gerçek değildi. Her zamanki şizofrenik şeylerden biri olmalıydı. Uyuyamadığım için içtiğim ilaçların yan etkisiydi bu.

Uyku hapını ilk aldığım zamanı çok net hatırlıyordum. Öğretmenin gözlerinden kan aktığını sanıp çığlığı basmıştım. Baya bir süre boyunca arkamdan deli demişlerdi.

İç çektim ve cipsin birini ağzıma attım. Ağzımda acı bir tat bıraktı.

Önemli birçok eşyam yetimhanede kalmıştı. Uyku haplarım, peluş ayım...

Hakikaten, peluş ayım ne haldeydi? O annemden bana kalan tek şeydi. En azından beni terk ettiğinde, geriye bir şey bırakmıştı.

Muhtemelen o oyuncağı da susayım diye elime vermişti. Yine de... Yine de tatlı bir peluşu sırf ona sinirliyim diye çöpe atamazdım.

Tamam kendimi kandırıyorum , onu hiç görmememe rağmen onu özlüyordum.

Hep düşünüyordum, beni neden bırakmıştı? Sorun bende miydi?
Hayır, bu çok saçma olurdu.
Küçücük bir çocuğun suçu ne olabilir ki?
Yoksa suç onda mı?
Kim bilebilirdi ki?

Belki de bana bakacak gücü yoktu; ya da daha hazır değildi, böyle bir duruma, bana.

Onu suçlayamam sonuç olarak o benim için hiç kimse , onu daha önce hiç görmedim.

Bir yerden sonra düşünmemek kolaylaşıyordu.

Boğazımı serinleten içecekten bir yudum aldım ve filme odaklandım.

Şimdilik Ran'ın her şeyi hallettiğine inanmak istiyordum.

Teddy Bear|Tokyo RevengersWhere stories live. Discover now