34- Teşekkür Borcu

13.6K 1K 302
                                    

Emir'den

Öğlen Mete ile havuzda bolca yüzmüştük. İlk havuza girdiğimizde ki gibi boğulma vakası olmasın diye hep Mete'nin bir adım arkasında duruyordum neredeyse. Ona çaktırmıyordum ama rahat olsun diye. Alıştıktan sonra bir daha da öyle bir şey olmamıştı ama o an ki endişemi bir daha yaşamak istemiyordum.

Ben küçükken oturduğumuz mahallede komşumuzun kızı vardı. Benden oldukça büyüktü. Evlendikten 2 3 ay sonra balayına gitmişlerdi. Eşi balayında boğularak ölmüştü ve o zaman o abla hamileydi. Sonra çocuk doğdu, büyüdü ama o abla her zaman eksik hissetti. Çocuğu için hayata tutunmaya çalıştı. Mete'yi o an o halde görünce aklıma onlar gelmişti ve oldukça kötü olmuştum.

Havuzdan çıktıktan sonra biraz güneşlenmek için şezlonga uzandık. Mete yüzünü ve gövdesini gölgede tutuyordu. Bembeyaz teninin rengini koyulaştırmak istemiyordu, bunu yapmak istemediğini bana demesine bile gerek yoktu. Ten rengini sevdiğini çok iyi biliyordum. Bense tenim zaten esmer olduğu için umursamadan gözlerim kapalı güneşin tadını çıkartıyordum. D vitamini önemliydi.

"Emir, akşam ne pişirelim?"

"Canının istediği bir şey var mı hayatım? Aklıma yapacak bir şey gelmiyor. İstediğin bir şey varsa onu pişireyim."

"Aslında canım bir şey çekiyor."

"Ne çekiyor? Söyle bakalım."

"Köfte, patates ve pirinç pilavı. Annem çok yapardı."

Mete yanımdaki şezlongta bıdı bıdı konuşurken dayanamayıp kolundan tutup kendime çektim ve yanağından 'şap' diye öptüm. O bu hareketime gülümsemekle yetindi. Alışmıştı artık benim ona kanımın kaynamasına.

"Sen iste yeter hayatım, yaparım ben."

Kıkırdadı.

"Nişanlıyken de böyle demiştin. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Ben de yemek yapabiliyorum ama bazen üşeniyorum. Sen profosyonelce yaparken hem izlemesi güzel hem de el lezzetin çok güzel. Yaptığın yemeklerin hepsi çok güzel oluyor."

"Afiyet olsun yavrum, canın ne zaman, ne isterse söyle bana. Zevkle yaparım. Hem işimi seviyorum, hem de senin istediğini yapmak bana şereftir."

Mete'min bana gülümseyen yüzüne dalmış bakarken hemen yanımdaki masada duran telefonum çaldı. Uzanıp telefonumu elime aldım. Restorantın müdürü Ersin Bey arıyordu.

"Kim arıyor?"

"Müdür Ersin Bey. Ben hem su içeyim hem de konuşup geleyim. Su ister misin?"

"Yok, hadi git konuş sen."

Kafa sallayıp şezlongtan kalktım. İçeri adımlarken telefonu açıp kulağıma koydum.

"Efendim Ersin Bey?"

Mutfağa girdiğimde sürahiden bardağa suyu doldurdum.

"Rahatsız ediyorum kusura bakmayın Emir Bey, bugün hijyen için kontrole geldiler de size haber vermek istedim."

"Sorun değil Ersin Bey. Nasıl geldiler?"

Suyumu içip salona geçtim.

"Evet, bir an da restoranta girdiler müşteri sandım başta. Sonra belge çıkarttılar kontrole geldiklerine dair. Bende buyrun işinizi yapabilirsiniz dedim."

"Sonuç ne çıktı? Bir sıkıntı olmadı umarım?"

Mete içeri kısık gözleriyle girdiğinde, ne oldu anlamında kafa salladım.

Sessizce fısıldadı: "Güneş mayıştırdı, biraz uzanacağım."

Tamam anlamında başımı aşağı yukarı salladım.

"Bir sorun çıkmadı. Siz zaten bu konuda fazla hassas olduğunuz için bir şey bulamadılar. Didik didik ettiler ama. Sanki bilerek kusur aramaya gelmiş gibiydiler."

Mete koltuğa uzandığında yanına gittim ve karnının önündeki boşluğa oturdum. Elimi Mete'min saçlarına koydum, okşadım.

"Temiz çıkmasına sevindim. Belki de birileri şikayet etmiştir. O yüzden fazla dikkatli olmuş olabilirler."

"Haklısınız, olabilir. Eğer ki biri bunu yaptıysa amacına ulaşamadı. Ben hemen size bildireyim dedim. Sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. İyi tatiller size."

"Sağ olun Ersin Bey, kolay gelsin."

Telefonu kapatıp önümdeki sehpaya koydum.

"Ne olmuş? Bir sorun mu var?"

Mete'mi koltuğun sırt yaslama kısmına doğru iyice geriye çektim. Koltukta açtığım boşluğa uzandım. Mete ile yüz yüzeydik. Uykuyla bakan gözlerine bakıp dudaklarını öptüm.

"Hijyen için kontrole gelmişler, Ersin Bey çok fazla didiklediler dedi."

"Bir sorun çıkmış mı?"

"Hayır, bu konuda zaten her gün, herkesi kırk kere tembihliyorum. Ordayken her şeyin temizliğinden bizzat kendim emin oluyordum zaten. Şimdi ben yokken aksatmış olma ihtimalleri vardı ama aksatmamışlar. Hiçbir şey bulamamışlar."

"İyi bari. Bir şey bulunursa hem restoranta ceza yazılırdı hem de restorantın itibarı sarsılırdı. Müşterilerin gelmezdi."

"Evet. Çok fazla didiklemişler ama acaba biri mi şikayet etti diye düşündüm. Dönünce bunu bir araştıracağım."

"Eğer biri yaptıysa çok kötü bir davranış. İftira atmış oluyor. Bilmeden, görmeden."

"Öyle, insanlar umursamıyor ama bunu. Neyse, sen uyu hadi. Ben yemekleri pişireyim. Hazır olunca uyandırırım seni."

"Bu saatte uyursam gece uyuyamam. Bende sana yardım edeyim. Beraber yapalım."

Mete bazen gözüme o kadar tatlı görünüyordu ki ısırıp, her yerini mıncırasım geliyordu. Şu an sadece konuşuyordu, bir şey yapmıyordu -ki Mete'min tatlı olmak için bir şey yapmasına bile gerek yoktu- ama ben sadece konuşunca bile onu yiyesim geliyordu.

"Mete'm çok tatlısın, yiyeceğim şimdi seni ya."

Dişimi sıka sıka konuşmamla kafasını geriye çekti.

"Lütfen yeme beni, yemek değilim ben."

"Ya bak işte! Bıdı bıdı konuşuyorsun sonra bana yeme diyorsun. Yemeyim de ne yapayım?"

Elimi yanaklarına sarıp dudaklarını büzüştürdüm. Yüksek sesle dudaklarını öptüm. Yetmeyince birkaç kez daha öptüm. Mete dudaklarının izin verdiği kadar güldü bu halime.

"Ohh be, rahatladım biraz. Kurban olurum sana, kurban."

O an beynim, kalbim, her bir uvzum Mete ile doluydu. 27 yaşında çok stabil bir hayatım, babamın tavırları yüzünden eksik bir yanım varken; Mete yüzünden içim içime sığmıyordu. Hayatımda bir çiçek gibi açmıştı Mete. Başta o can suyunu vermeseydim, o çiçeği açmadan solduracaktım. Anneme bir teşekkür borçluydum, döner dönmez teşekkürümü edecektim.

İnce BelliWhere stories live. Discover now