50|Şatoya Dönüş II

715 57 128
                                    

Oy ve yorumlarınız için çok teşekkürler ❤️

Keyifli okumalar!

Bembeyaz bulutların arasındaki yolculuğumuz, Alkın'ın yavaşça alçalmasıyla son buldu. Aşağıda daha önce görmediğim küçük bir köy vardı ve ileride şatonun silüetini görebiliyordum. Alkın'ın pençeleri arasındaki üç baygın bedenin durumunu çok merak ediyordum. Umarım ölmezlerdi.

Alkın zemine indiğinde etrafa göz attım. Burası köyün girişinde, taştan yapılma, samandan çatısı olan tek katlı, genişçe bir kulübeydi. Bahçesinde renk renk ve çeşit çeşit bitki vardı.

Alkın dumanlar eşliğinde insana dönüştüğünde ona yaklaştım. "Burası neresi?" Gözlerim yerde bilinçsizce yatan üç bedendeydi. Vücutlarındaki yanıklar biraz daha mı büyümüştü sanki?

"Şifacının kulübesi. Sorunları neyse halleder." dedi kayıtsızca. Ahşap kapıya ilerleyip kapıyı üç kez çaldı. Saniyeler sonra kapı açıldığında yaşlı ve kambur bir kadın eşikten dışarı çıktı ve gözleri hafifçe büyüdü. Hiçbir şey söylemeden Alkın'a bakmaya devam ederken daha fazla zaman kaybetmemek için araya girdim.

"Üç yaralı var. Onları tedavi edebilir misiniz? Durumları pek iyi görünmüyor." dediğimde yaşlı kadın gözlerini Alkın'dan çekmeyi başarıp bana ve hemen sonra yerdeki adamlara odakladı.

Küçük adımlarla yaralılara ilerlerken "Ne oldu onlara?" diye sordu kısık sesle. Neler olduğunu söylersem Alkın'ı tehlikeye atmış olur muydum?

"Eğer iyi bir şifacıysan neler olduğunu anlarsın." dedi Alkın. Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu?

Şifacı bilinçsizce yatan bedenleri dikkatle incelerken "Yanmışlar ama öyle basit bir yanık değil bu. Alevinde karanlık var." dediğinde endişelenmeye başladım. Bizi tuzağa düşürüp yakalamaya çalışmış olabilirlerdi fakat bu, onların ölmesi gerektiği anlamına gelmiyordu.

Ayrıca Alkın katil olmamalıydı. Buna bu evrende çok önem vermiyor olabilirdi fakat bizim dünyamızda kesinlikle kafasına takardı. Yani olması gereken buydu çünkü onun duyarsız biri olduğuna inanmıyordum.

Tedirgin bir şekilde "İyileşemezler mi?" diye sordum.

Yaşlı kadın adamlardan birinin yarasına dokunduğunda adamdan güçsüz bir inilti çıktı. "Elimden geleni yaparım ama iyileşeceklerine söz veremem."

Alkın'ın elinde bir kese belirdi. Onu kadına uzatırken "Ne gerekiyorsa yap. Ölürlerse de bu onların kaderi." dedi. Ardından bana bakıp elini uzattı. "Hadi gidelim. Daha fazla geç kalmamamız gerekiyor."  Bakış açısını tuhaf buluyordum. Bu adamlar onun öfke krizi sonucu bu hale gelmişlerdi fakat sanki hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi davranıyordu.

İç çekip Alkın'a ilerlerken yaşlı kadın "Sen iyi misin?" diye sorduğunda duraksadım. Kısık gözleri bana, daha doğrusu elime odaklanmıştı.

"Evet, neden sordunuz?" diye sorarken bakışlarımı elime indirdim. Elimdeki kılcal damarlar kararmaya başlamıştı. Şaşkınlıkla daha detaylı bakmaya çalışırken Alkın elimi tutup incelemeye başladı.

Kaşları çatılırken bakışlarını şifacıya çevirdi. "Ona ne oluyor?"

Şifacı bana yaklaşıp elimi tutarken korkuyla ona bakıyor ve bir şey söylemesini bekliyordum. Şifacının parmakları bileğimi kavrayıp nabzımı buldu. Bir süre bekledikten sonra elimi yavaşça bıraktı. "Hamilesin."

"Bunu zaten biliyoruz." dedi Alkın.

Yaşlı kadın onu duymazdan gelerek "Ve karnındaki, kehanette bahsedilen Karanlık Prens." diye devam etti.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiWhere stories live. Discover now