57|Savaşın Ayak Sesleri

469 38 23
                                    

Merhaba,
Öncelikle korkunç deprem felaketi için gerçekten çok üzgünüm. Depremi yaşayan herkese çok geçmiş olsun. Yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı diliyorum. Kalbim ve dualarım sizinle. Hepimiz için çok zor bir süreç ve ne yazık ki toparlanmamız uzun sürecek. Ben de depremde yakınlarımı kaybettim. Hem yakınlarım hem de depremi yaşayan herkes için hissettiğim çaresizlik ve üzüntü sebebiyle herhangi bir şey yapmak için isteğim ve gücüm yok. Bu yüzden uzun bir süre hikayenin devamını yazamadım. Bunun için bekleyen herkesten özür diliyorum.

İki ya da üç bölüm sonra kitabın sonuna geliyoruz. Oldukça uzun sürdüğünün farkındayım fakat beni sabırla beklediğiniz ve okumayı bırakmadığınız için çok teşekkür ederim.

Sağlıkla ve güvenle kalın,

Keyifli okumalar.

     Zayıf ışıklı mahzende, hücremin dışındaki demir parmaklıkla kaplı alandaydım ve yanımda Yaprak ve Yekta vardı. Bu sefer bizi ayırmamışlardı fakat bunun çok uzun süreceğini düşünmüyordum.

Yaprak, Yekta'nın koluna sarılmış, başını omzuna yaslayarak yanında oturuyordu. Yekta ise yüzünde huzurlu bir ifadeyle Yaprak'ın saçlarını okşuyordu. Neden bu kadar sakin olduğunu bilmiyordum fakat sanırım Yekta için önemli olan, Yaprak'ın yanında olabilmekti. Onun kaçırıldığını anladığı ilk ânı hatırladım ve şu anki haline hak verdim.

İdil bizi diğer İzciler'le mahzene göndermiş ve büyük ihtimalle de vakit kaybetmeden Egehan'ın yanına gitmişti. Ne yazık ki Pelin'in şu an ne halde olduğunu bilmiyordum. Kurtulmasını dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

"Dışarıda neler oluyor?" diye sordu Yaprak dalgınca.

Yekta saçlarını okşamaya devam ederken derin bir nefes aldı. "Annen her yerde deli gibi seni arıyor. Korhan Amca da öyle. Şehrin altını üstüne getiriyorlar."

"Peki o aptal ikizim?"

"Ondan henüz bir haber yok."

Bakışlarımı Yekta'ya çevirip "Seni nasıl aldılar?" diye sordum.

Yekta'nın yüzünde ruhsuz bir gülümseme oluştu. "Ben kendim yakalandım. Haritada incelediğimiz işaretlerden birini, şehir merkezindeki bir binanın kapısında gördüm. Oranın çıkışlardan biri olduğunu fark ettim. Çok geçmeden de onlar beni fark etti." dedi.

Yaprak başını kaldırarak "Neden kimseye haber vermedin?" diye sordu.

"Her şey çok hızlı oldu tatlı perim. Büyük ihtimalle zamanım olsa da arayamazdım çünkü kapıların olduğu yerlere sinyal kesici koyduklarına eminim." diye cevap verdi.

Umutsuzca "Yani bizden kimsenin haberi olmayacak." dedim. Her geçen saat umudum azalıyordu. Bizi kimse bulamayacaktı.

Yekta elini sağ kolundan içeri sokup yuvarlak bir obje çıkardı. "Neyse ki o konuda hâlâ ümidimiz var. Bu," derken avucunu açtı. "Geçen sene bilim kampında prototipini tasarladığım bir haberleşme cihazı. Hiçbir dedektörle algılanamıyor çünkü dışındaki kaplama bu amaca göre tasarlandı. Sadece çeşitli kodlar kullanılarak mesaj gönderilebiliyor. Bunun diğer örneğini Korhan Amca'ya bıraktım. Onlara şifreli mesajlar gönderebiliriz." dediğinde şaşkınlıkla avucundaki küçük cihaza baktım.

Dış kaplaması kauçuğa benzeyen bir maddeydi ve üzerinde küçük bir ekran ve birkaç tuş vardı. "Bu...İnanılmaz." Söyleyecek bir şey bulamamıştım. Yekta'nın zekası ve aldığı önlemler gün geçtikçe beni daha çok şaşırtmaya devam ediyordu.

Yaprak'ın yüzünde daha önce görmediğim gururlu bir gülümseme oluştu. "Zeki sevgilim benim. Seninle sevgili olmakla ne kadar doğru bir karar verdiğimi daha iyi anlıyorum." diyerek Yekta'nın yanağını öptüğünde Yekta başını iki yana sallayarak güldü.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiWhere stories live. Discover now